50 yıl sonra Konya

50 yıl sonra Konya
TEMA Vakfı'nın Türkiye'nin en büyük rüzgâr erozyonu sahası Konya Karapınar ile Ereğli ve Karaman'da yürüttüğü projenin sonuçları ürkütücü:

TEMA Vakfı'nın Türkiye'nin en büyük rüzgâr erozyonu sahası Konya Karapınar ile Ereğli ve Karaman'da yürüttüğü projenin sonuçları ürkütücü: Su bittiğinde bölgede tarım da yaşam da bitecek, 50 yıl sonra Konya Kapalı Havzası'nda tarım yapılamayacak.
 
Tema Vakfı'nın "Türkiye Çöl Olmasın" sloganıyla büyüdük. Tema hâlâ Türkiye Çöl Olmasın diyor ve bunun için sürdürülebilir uzun soluklu projeleriyle yıllar önce başlattığı mücadelesine devam ediyor. Bu projelerden en önemlisi 2006 yılından bu yana Türkiye'nin en büyük rüzgâr erozyonu sahası Konya Karapınar ile Ereğli ve Karaman'da yürütülüyor. Tema'nın Mitsiu Çevre Fonu desteği ve Çukurova Üniversitesi'yle birlikte uyguladığı ve CROP-MAL adını verdiği çalışma geçtimiz hafta sona erdi. Sona erdi cümlesi yanıltmasın.

Aslında sorunlar tespit edildi, analizler yapıldı ve araştırmalar tamamlandı. Bu araştırmanın sonuçları ve çözüm yolları Konya'da gerçekleştirilen kapanış toplantısında paylaşıldı. Tema Vakfı'nın başlattığı bakanlık, kaymakamlık, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin destekleği projeye artık Karapınar'daki paydaşların ve yöre halkının sahip çıkması bekleniyor.
Aslında projenin uygulandığı alanı bekleyen tehlikeler herkesin malumu. Kuraklık, susuzluk ve tarımsal alanların yok olması. Ancak yıllardır "ecek, acak" ekiyle duymaya alıştığımız bu olayların vuku bulmasına torunlarımız değil çocuklarımız şahit olacak. Hem de hiç öyle ta yıllar sonra değil. Alanda sürdürülen bilimsel çalışmalar bu süreyi 50 yıl olarak biçiyor. Konu hepimizi ilgilendirse de söylenenler bir kulağımızdan girip bir diğerinden çıkıyor.

Tema Vakfı olayın ciddiyetini ve vahametini gözlerimizle görmemiz için hafta içi çalışmanın sürdürüldüğü mekânlara bir basın gezisi düzenledi. Gezide projenin yürütüldüğü alanlar ziyaret edildi. İlk durağımız 8 bin yıllık geçmişiyle dünya kültür tarihinde çok önemli bir yerleşim merkezi olan Çatalhöyük. Gezi boyunca bize eşlik eden proje yürütücüleri Tamer Soylu ve Özlem Katısöz, önemli bir noktaya dikkat çekiyor.

Çatalhöyük'te binlerce yıl yaşayan kültürlerin geride bıraktıkları miraslarda farklılık görülüyor. Değişmeyen tek şey tarımsal üretim. Bu şu demek, burada yaşayanlar doğal varlıklara zarar vermeden bölgenin iklim koşullarına uygun binlerce yıl tarım yapmışlar. Günümüzde ise bu kültür terk edilmiş ve kuru tarımdan sulu tarıma geçilmiş.
 
Her şey 'para' için!

Bölgenin en büyük probleminin su olduğu düşünülürse bu yöntemin ne kadar yanlış olduğunu söylemeye gerek kalmıyor! Aynı sorunu ikinci durağımız Karapınar çevresindeki obruk ziyaretinde de gözlemliyoruz. Obruk basit tanımıyla çöküntü çukurlukları olarak tanımlanabilir. Oluşmasında en büyük neden yeraltı sularının aşırı kullanımı. Çiftçiler aynı yanlışı bu bölgede de sürdürüyor.

Bunun en büyük kanıtı bölgede 2006 yılında oluşan devasa Yarımoğlu obruğu. Kuru tarım yerine sulu tarım yapan çiftçiler bunun için yeraltı sularını tüketiyor. Peki ama neden? Cevabı basit: Sulu tarımdan elde edilen kar marji çok daha yüksek. Uzmanlar hasat zamanı alandan elde edilen günlük gelirin 6-7 milyon lira olduğunun altını çiziyor.

Yıllık tarımsal gelir ise 500 milyon lira civarında. Bu sebepten olsa gerek yeraltı sularının kullanımının bir an önce yasaklanması gerekirken çevrede sürdürülen tarım politikaları devlet tarafından destekleniyor. O yüzden Karapınar'a yolunuz düşer de buğday tarlaları yerine mısır ve ayçiçeği tarlalarıyla karşılaşırsanız "Neredeyim ben?" diye şaşırmayın!
Bir diğer durağımız yüzlerce bilimsel projeye ev sahipliği yapan ve bu özelliğiyle açık bir laboratuvar olarak adlandırılan Karapınar Erozyon Koruma Sahası. Burası erozyonla mücadelede dünya ölçeğinde başarı elde etmiş bir alan. Tarım Bakanlığı'nın ve yöre halkının çabalarıyla bir dizi önlemler alınarak 50 yıl önce çöl olan arazi günümüzde tarıma kazandırılmış. Burada konuştuğumuz uzmanlar bölgede çok ciddi bir mesafe kat edildiğini belirtiyor, ancak alınan önlemlerin terk edilmesi durumunda toprağın aynı durumu almasının bir-iki yılı geçmeyeceğinin altını çiziyor.
Dördüncü durağımız Tema Vakfı'nın ve Karapınar Kaymakamlığı'nın destekleriyle açılan çini ve halı atölyesi. Burada önemli bir şey öğreniyoruz. 1960-1990 yılları arasında küçükbaş hayvancılığın yaygın olarak yapıldığı bölgede önemli gelir kaynağı olan halıcılık, 40 yıl gibi kısa bir sürede küçükbaş hayvancılığın azalması sonucu unutulmaya yüz tutmuş.

Atölye hem yöre kadınlarına alternatif bir gelir kaynağı hem de bölgenin kültürel mirası olan halı ve dokumacılığın devam etmesini sağlıyor. Atölyede dokunan halılar binlerce dolara okyanus aşırı ülkelere satılıyor. Bir örneği Beyaz Saray'da. Son durağımız Meke Gölü. Göl dediğimize bakmayın, aslında ortada göl falan yok. Çok değil 10 yıl önce mavi olan Meke Gölü neredeyse tamamen kurumuş ve pas rengini almış. Kim bilir 10 yıl sonra Meke Gölü masallarda söylendiği gibi bir varmış bir yokmuş olacak.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.