Aşkın Peygamberi Hz. Muhammed
Kalbi cümleye değdiği gün bir türlü hayatın anlamını öğrenemediğini fark eden kadın, bilmediğinin yangınıyla kavrulmaya başladı. Yanan kalbinin kıvılcımıyla haykırdı:“ mademki böyle olmuyor, öyleyse bende âdemin kalbine dokunup, kalbin karanlık perdesini aydınlatacak ışığın ismini öğrenirim” dedi. Böylece bildiği tüm hikâyeleri, yazdığı tüm satırları, tanıdığı tüm insanları bir bir topladı kalbinde. Onlara ait her ne varsa içinde ateşe verdi. Ateşe verince İbrahim’in hikâyesi düştü kalbine. Ateş güle değecek diye bekledi, değmedi… Adam yetinmedi. Tek tek ateşe dokundu. Yandı, ama yılmadı… Külleri topladı bir yangın sonrası, içindeki karanlığı da alıp, denizlere atladı. Sandı ki kendisine kurtuluş olacaktı tufan, tıpkı Nuh’a olduğu gibi ama olmadı… Ne ateşi gül ne de tufanı kurtuluş olmadı… Sayısız hüzünleri avuçladı kadın, doğumu ve ölümü yokladı… Dedi ki: içimi daraltan, beni onlar gibi imtihan ederken, beni onlardan öte yazgılarla sınayanın içime düşürdüğü hikâyede bir şey eksik… Bana başı ve sonu, yani evveli ve ezeli olanı kendinde toplayan cem makamında bir isim lazım! Ne bir eksik ne bir fazla, tam yerinde ve tüm kâinatın sırrı ve kurtuluşu olan bir isim…
Eyüp ki sabrın örneği… Kadın ilk kez yaralarından elem duymadı, çirkinleşen yüzünden yana ağlamadı… Bekledi ve sabretti… Yine olmadı işte! Yaralarından kurtuluş olmadı, aradığı isim ona sunulmadı… Anlatamadığı şeyler duman eder harfleri, daraltır nefesi… Eksik olan da fazla olan da uçuruma sürükler kalbi… Kalbinin peşinden kuyulara sürüklendi… Kör kuyulara! Bilmediklerinden yana eksik, öğrenemediği isimden dolayı kurtuluşsuz ellerini ötelere kaldırdı, dilinde dua! Yusuf ‘a kurtuluş olan dua, ona olmadı. Dua da isim eksikti ama o ismi bulamadı… Ne yapmalıydı şimdi kadın? Nasıl durduracaktı içindeki kıyameti? Hangi isme dokunsa eksikti, hangi kelime ile istese açılmaz kapıların eşiğindeydi! Hal böyle olunca ne hissetmeliydi kadın ve hissettiğini hangi harfin peşine takılıp çoğaltmalıydı? Yok, dedi! Yok, yok işte! Ateş var, tufan var, yara var, kuyu var… Ama kurtuluşa götürecek olan isim yok! Henüz kadının kalbi sırlı olan isme dokunamadı. Karanlığı büyüdü bulamayışında… Derin bir hasreti içine çekti, kendini Yakup’un acısında buldu. Şimdi görmüyordu gözleri. Kalbi aradığını bulamazsa ne yapacaktı? Bulamamak korkusuyla mutmain olmayacak kadar derin ayrılık acısı çekiyordu! Yakup “Yusuf” diyordu; peki kadın ne desindi? Yakup’ a şifa yusuftu, kadın hangi ismi haykırsaydı da ona şifa olsaydı, aradığını nasıl bulsundu? Oysa kadına şifa olan isim hepsine şifaydı! Ama o isme henüz varamadı kadın… Bir bir bildiği hikâyelerin ve tanıdığı isimlerin üzerinden bir kez daha geçti kadın...Gök ve yer arasında yaratılmış olan her esere değdi bulma ümidiyle… Hacer gibi Merve ve Sefa arasında yedi kez koştu, durdu! Bulmayı ümit etti… Bulsaydı, elbet o da kurtulacaktı ama bulamadı. Bir ismin özlemini yıllarca içinde gezdirip durdu kadın. Onca isme değdi de kalbi, hiçbirinde tamamlanamadı. Aramak ile başlardı bulmanın yazgısı, elbet bulacaktı. Denizlerle aktı, rüzgâr ile esti, kalem ile yazdı, aşk ile aradı kadın! Bunca arayışa elbet gizli kapı açılacaktı. Herkes ve her şey yok oldu kadın için! Bir tek o vardı. Arayıp da bulamadığı… İzler onu işaret ediyordu da henüz izleri birleştirecek aşkı kadının kalbinde tamam değildi. Böylece kadın anladı ve bir kez daha iman ile değdi kalbe! Dedi ki: “şimdiye kadar bütün öğrendiklerim yetmedi mademki bana, öyleyse hepsini unutmalıyım”. Hepsini unutma vaktiydi şimdi! Hepsinin yok olma anıydı! Bir tek ararken kalbine değenler kaldı… Bir tek onlar kalmalıydı zaten… Âdemin bağışlanmasına sebep olan isim, Yakup’un Yusuf’a varmak için aracı kıldığı isim, kâinatın var olmasına sebep olan isim, Yusuf’u kuyudan, ihtirastan, zulümden koruyan boynundaki muskada yazılı olan isim; İbrahim’in oğlu olan onurlu isim kalsındı bir tek! Tamam, dedi kadın… Geçtiği tüm isimlerde ortak olarak kalbine takılan isimdi aradığı! Neden bunca hikâyede mutlak onun adı varken bunca geç dokunmuştu dudakları isme? Yakındı! Bulmuştu ve şimdi aşk sarhoşuydu! Gözlerini yumdu. Kalbine dokundu ve “Muhammed” dedi kadın! O vakit çekildi sular, tufanı durdu! ”Muhammed” dedi, ateşi güle değdi. “Muhammed” dedi, kuyu sonsuz kapılara açıldı! Bir kez daha “Muhammed” dedi. Aşk ile gül ile ümit ile gözleri ötelere uzandı! Bu kez anladı, bulmuş olmanın tarifsiz sevinciyle. Kalın bir defter çekti önüne. “kurtuluşun sırrı” diye yazdı başlık sahifesine! Altına daha küçük harfler ile ekledi: “ yalnız benim kurtuluşuma değil tüm yaratılmışların”… Defteri bir kenara itti! Üzerinden geçtiği tüm isimlerin kapısına bir kez daha gitti! Aradığı ismi bulmuştu da, ismi bilmek yetmezdi karanlığının aydınlanmasına… Bildiğinin üzerinden hissede hisse de geçmeli ve yaşamalıydı her zerresiyle! Böyle irkildi kadın… “Öyleyse Muhammedi yaşamalıyım ve onda kaybetmeliyim kendimi” dedi. Sonra yeniden geçirdi isimleri gözlerinin önünden! Hangi isim beni ona daha çabuk götürür dedi! İsmi bulmuştu ya onu, o isme götürecek isimde kalbine değdi! Önce toprağa sonra ateşe değmeliydi. Âdem ve İbrahim dedi kadın. Önce âdem olup onun gözleri ile cennetin arşında yazan isim ile uyanmalıyım, sonra İbrahim olup o ismin duasıyla yanmalıyım. Bulunca kadın aradığı ismi ve aradığına onu götürecek olan isimleri koca bir sevinç doldu içine. Ruhunun bu dünyaya ait bütün bağlarını koparıp da sınırsız bir ferahlamayla koştu asırlar öncesine. Dedi ki: aşk ile İbrahim’e dokunup ateşle yanmadan Muhammed de dirilmek mümkün değil… Böyle irkildi kadın. Koşar adımlarla geçti zaman tünelinden. Bulmuştu ya ismi, bu ismin var olduğunu bilmekten gelen duygu: harikulade! Buldum ve yaşamam mümkün! Yaşarsam kurtulmam mümkün! O vakit o isim benim ve ben o isimden ibaretim! Var ve benim! Ya hay! Bulmuştu ya kadın nasıl çıldırmazdı? Nasıl canı tenine sığardı? O kutlu isme böyle değdi kadın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.