Başörtüsünün Laneti

İnsan hayatında en zor şey haksızlığa uğramak olsa gerek. Onun için kul hakkı Allah’ın bile affetmediği bir haktır.

Dünya hayatı çok tuhaf serüven. Bir tarafta her türlü güce sahip, ve bu gücü çoğunluğun üzerinde baskı aracı olarak kullanan azınlık, diğer tarafta bu azınlık tarafından her türlü hakları gasp ve mahrum edilmiş olan çoğunluk. İnsanlık tarihi bu iki kutbun arasındaki çatışmadan ibarettir.

Hakkı gasp edenlerle, hakkı yenenler…

28 Şubat 1997 yılında zamanın  seçilmiş siyasal iktidarı bir takım askeri, sivil bürokrasi ve milletin değil de, milleti enseleyenlerin sesi olan medyanın marifetiyle alaşağı edildi. “Postmodern”  diye adlandırılan bir darbe yapıldı. Darbe sonrasında kendilerini “tek güç” olarak tanımlayan askeri bürokrasi yargı mensuplarına ve medyaya brifingler vererek, dindar insanların hakkını, hukukunu ve özgürlüklerini ellerinden aldılar.Dindar vatandaşlar potansiyel suçlu olarak lanse edildi ve  her düzeyden insanlar fişlendi. Adeta bir cadı avına çıkıldı. İmam Hatip  ve Kuran Kursları fiilen olmasa da kapatıldı ve kuru bir duvar haline getirildi.

Daha önceki mezunlar devlet dairelerinde aşağılandı, horlandı. Her şeyden önce de baş örtüsü takan kızlar ve kadınlar kamunun her alanından dışlandı. Dindar insanlara adeta , “siz misiniz Erbakan’ı başbakan yapan?” dercesine üzerlerinde müthiş bir baskı kuruldu.

28 Şubat baş hedef olarak da üniversiteli ve üniversiteye girmek isteyen kızlarımızı seçti. O dönemde üniversite kapılarında o masum kızlarımızın öz vatanında, dedelerinin  namus belleyerek uğrunda şehit düştükleri “başörtüsü” yüzünden akla hayala gelmeyen fiziki ve psikolojik baskıya maruz bırakıldı.

Bu zulme alkış tutanlar ve seyirci kalanların yanı sıra, o bacılarımızla birlikte vicdan azabı çeken insanlar vardı. Bu acıları paylaşan ve bu nedenle fişlenenlerden biriyim ben kendim.

Dedelerinin inanç değerlerini özgürce yaşasınlar diye uğrunda canlarını seve seve verdikleri vatanlarında, torunları hain eller ve zihniyetlerce zulme ve haksızlığa uğruyorlardı. Onlar mutlak otorite olan Rab’lerinin emirleriyle, kul olan bir avuç insanın sırf kendi nefsani duygularını ve şeytani heveslerini yerine getirmek için koymuş oldukları emirler arasına sıkıştırılmışlardı. Bütün dünya her zaman olduğu gibi bu gaddarlığa seyirci ve suskun kalmışlardı.

Ama, o bacılarımızın, ebeveynlerinin ve Müslüman insanların yüreklerindeki ince sızının  Arş-ı ala da yankılandığından haberdar değildiler.

Sabır sahibi rabbim gün geldi ve bunun öcünü alıyor. Bunu yapanların yaptıklarını yanlarına kar koymuyor.

Yaptıkları bütün hain planlar tek tek toplumun malumu oluyor. Bu millet yıllarca kendilerini aç, susuz ve yoksul bırakanları bir bir tanıyor…

Ne demişler: “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste, aheste…”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Ali Can Arşivi