
A.Akif Solak
Bu savaş bizim savaşımız değil!
Yayınlanma:
Yaklaşık 2 yıldır, sınır komşumuz Suriye’de şiddetli bir iç savaş vuku buluyor. Arap Baharı’nın son perdesi olan bu karışıklık, 2 yıldır Türkiye’nin de bir sorunu haline geldi. Neticede Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, bu karışıklığa kayıtsız kalınmaması gerekiyordu. Çünkü; Türkiye hem sınır güvenliğini hem de stratejik konumunu korumak zorunda. Bu yüzden, Türkiye’nin Ortadoğu’da bölgesel bir güç olması için, bölgedeki olaylara kayıtsız kalmayarak, olayların çözümü noktasında gereğini yapması icap etmekteydi. Bu noktada Esed rejimine karşı, uluslararası girişimlerde ve temaslarda bulunuldu. Ancak Esed rejimi, -ülkemi düşünüyorum- politikasıyla, gitmemekte direndi.
Gerek BM gerek NATO, bu konuda somut adım atamadı. Dengeler bunu gerektiriyordu çünkü. Rusya gibi bir faktör varken, elbette bu kolay olmayacaktı. Dünyada dengeleri iki büyük ülke belirler: ABD ve Rusya. 1. Dünya Savaşı’ndan beri süre gelen bu denge, 2. Dünya Savaşı’yla devam etmiş ve ABD’nin üstünlüğüyle gitmekdeydi. Ta ki günümüze kadar… Çünkü Rusya, son 10 yıldır dünyaya, büyük güç olduğunu hatırlatma peşinde. Ve bu konuda ciddi bir ağırlık koymuş durumda. Bu nedenle ABD ve İsrail ikilisi, Orta Doğu’da şekillendirmek istediği politikayı, rahat bir şekilde gerçekleştiremiyor. Suriye konusunda olduğu gibi… Suriye’deki iç karışıklığın arka planında ABD ve İsrail’in olduğunu düşünüyorum. Rusya’nın desteklediği Esed rejimi yıkılacak, yerine bölgede ABD ve İsrail’in daha rahat edebileceği bir yönetim getirilecek. Böylece İran’a daha kolay ulaşılıp, İsrail’in Büyük Orta Doğu Projesi de gerçekleştirilmiş olacak. Zaten Orta Doğu’nun yıllardır maruz kaldığı karışıklığın ana nedeni de bu projedir. Peki Türkiye bu projenin neresinde? İşte bu sorunun cevabını tam anlamıyla verebilmek güç. Türkiye üzerinden oynanan bu oyun, tek taraflı işlenmiyor. Bu noktada Türkiye, iyi analiz edilmiş politikalarla duracağı yeri bilmesi gerekiyor. Bugüne kadar Ortadoğu’da elde ettiği güçle, yere sağlam basıyor gibiydi. En azından öyle gördük. Ancak, 22 Haziran tarihinde keşif amaçlı uçan, RF-4 tipi jetimiz Suriye karasularında düşürülünce, Türkiye’nin bastığı o sağlam zemin, şöyle bir kaydırıldı. Bu sarsıntı bizi yere düşürmedi. Fevri hareket etmedik. Bizi bacaklarımızdan tutup Suriye’ye çeken vardı. Bacaklarımızdan tutan o eli kopartamadık ama direndik. Olayı uluslararası hukuk çerçevesinde çözmeye çalıştık ki doğru olanı yaptık. Ancak ne BM ne NATO sözde destekten öteye geçemedi.
Neden geçemedi? Hatırlayın, olay sonrası Avrupa ülkeleri bir bir Türkiye’ye gaz verircesine, ‘arkanızdayız’ naraları attı. Bu naraları kesecek bir ses yükseldi! “Türkiye fevri hareket etmemeli” dedi Rusya. Suriye’ye somut bir askeri müdahalenin düşünülemeyeceğini ifade etti. Bu duruş, tüm Avrupa’yı ve ABD’yi adım atmaktan alı koydu. Gelelim Akçakale meselesine. Tam Türk jetinin düşürülmesi olayı unutuldu derken, Akçakale’ye birden top mermisi düşüverdi ya da düşürülüverdi! Haydi bakalım, bacağımızdan tuttular yine çekiyorlar Suriye’ye. Zamanlama da enteresan. Ak Parti Kongresi’nden hemen sonra! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gövde gösterisi yaparak tüm dünyayı kucaklayan mesajlar verdi kongrede. E bu mesaj karşılıksız kalmamalıydı ve bu güç bir şekilde Suriye konusunda kullanılmalıydı. İşte tam bu noktada bombayı düşürdüler Akçakale’ye. Türkiye bu sefer, sessiz kalamazdı. Bunu biliyorlardı. Öyle de oldu. Anında karşılık verildi ve ‘Angajman’ kurallar çerçevesinde, belirlenen Suriye hedefleri vuruldu. Şimdi ‘Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık’. Ama yapılması gereken yapıldı. Suriye’den gelen bu 2. Ateşin karşılığı verilmeseydi, Türkiye’nin itibarı ciddi anlamda zedelenecek ve zafiyet doğuracaktı. Bacağımızdan tutanlar da bu durumu çok iyi biliyorlar. Önemli olan bundan sonra ne olacak? Artık daha hassas bir dönemden geçiyoruz. Türkiye, ABD-İsrail ikilisinin ve Rusya’nın tuttuğu ipte zorlu bir yürüyüşe çıktı. Rusya tutumunu değiştirmez. Değiştirirse Ortadoğu’daki tek üssünü kaybetmiş olur ve sıcak denizlerdeki ideolojik hayali suya düşer. Böylece ABD karşısında zayıflar. ABD ve İsrail tarafının da tutumu değişmeyecektir. Esed rejimi gitmezse İran’a ulaşamaz,
Büyük İsrail Projesi suya düşer. E bu iş nasıl olacak? Tam burada devreye Türkiye giriyor. Türkiye’nin çok iyi bir politikayla, yürüdüğü o ipte cambazlık yapıp, ipi tutan elleri ezmesi lazım. Bu noktada Başbakan Erdoğan’ın, kongredeki konuşmasıyla izlenecek politika, paralellik göstermeli. Yani Başbakan’ın: “Bizim yolumuz Sultan Alparslan'ın, Melikşah'ın, Kılıçarslan'ın yoludur. Bizim yolumuz Osman Gazi'nin, Fatih Sultan Mehmed'in, Sultan Süleyman'ın, Yavuz Sultan Selim'in yoludur. Bizim yolumuz Gazi Mustafa Kemal'in, merhum Adnan Menderes'in, merhum Turgut Özal'ın, merhum Necmettin Erbakan'ın yoludur.” sözleri, Türkiye’nin yol haritası, Türkiye’nin bu oyundan kurtuluş reçetesidir. İnşallah bu cümleler sözde kalmaz, Türkiye bu yolda ilerler. Allah yardımcımız olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.