BÜYÜMEK

    “Ah şu insanlar, neden böyle?” diye düşünüyorum  bazen. Kendimden başlıyorum işe. Size satırlarımda insanları sorgulayışımdan bahsetmek istiyorum.

Duygularımız belli etmekten kaçınmışızdır. neden dir bilinmez bir kural halini almıştır. hissettiklerinizi belli etmek zayıflık kabul edilir.

     İnsan denilen mahlukat duygularıyla doğar. Ağlayarak doğarız. Dünyaa ilk geldiğimizde ağlamayı öğreniriz. Bildiğimiz bir duygudur ağlamak. Her şeyden önce öğreniriz. Sonra zaman içinde kendimize saklarız. Başkalarının yanında ağlamayız. Oysa üzülme duygusunun bir tepkisidir. Büyüdükçe tepkisiz mi olamaya başlıyoruz acaba?

    Canımı sıkan bir başka olgu ise teşekkür etmeyi sevmeyiz. Birisi bir yardımda bulunsa, buna zorunluymuş gibi davranırız. Sanki o iyiliği yapmasa onu sevmeyeceğiz. Oysa teşekkür etmeyi henüz çok küçükken öğrenmişizdir. Annemiz yemek yaptığında ellerine sağlık deriz. Bu memnuniyetin bir ifadesidir. “Ellerine hiçbir şey olmasın ki, bir dahaki sefere de güzel yemekler yap!” deriz. Babamız eve gelirken bir şeyler getirdiğinde “Kesene bereket baba!” deriz. Halbuki bunu okul sıralarına oturmadan önce öğrenmişiz. Mutluluğumuzu dile getiririz. Allah daha çok kazanç versin ki, karnımız tok üstümüz pek olsun deriz. Büyüdükçe unutuyormuyuz. şükür etmeyi?

    Elimizdekilerinin kıymetini bilmeyiz. Bir de bu var. Elde edene kadar sabrederiz. Yatıp kalkıp hayalini kurarız. Elde edince bütün heveslerimiz geçer. Kazanmaya duyduğumuz heyecenın ömrü üç günlüktür. Oysa çocukken bir tane bebeğimiz, bir tane arabamız vardır. Kolları iyice kırılmadan, lastiklari tamamiyle dökülmeden yenisi alınmazdı. Annemizin babamızın cimri olduğundan değildi. Eşyalarımıza özen göstermemiz yolunda verdikleri bir öğüttü. Bir iki itiraz dışında bizim de aksini düşündüğümüz olmazdı. Oyun oynamaktan başka derdimiz yoktu ki! Bununla mutlu olmasını bilirdik. Büyünce nasıl değişir her şey anlamam.başkalaşıyoruz zamanla. Bir  taneyle yetinmeyip ikinci üçüncü... Hep istiyoruz, hep istiyoruz. Elimizdekinin eskimesinden değil istğimiz. Eskimeye fırsatı da olmuyor zaten. Çabuk tüketiyoruz. Özümsemeden tüketiyoruz. Tüketilme sürecini bitirmeden atıyoruz.

Yalnızca eşyalar mı çabuk tüketiliyor? İnsanları da hemen tüketiyoruz. Sevgilerimiz hemen başlıoyor, hemen bitiveriyoruz. Seni Seviyorum’lar arka arkaya sıralanıyor. Üç beş günde hemencecik sevgiler bitiyor. İsraf ediyoruz. sevgiyi açıp kokluyoruz. Aşkın tadına bakıyoruz. Bu acı bu tatlı diyip atıveriyoruz.

    Bir de hatalarımızı asla kabul etmeyiz. Doğru bilidiğimizden şaşmaz, düşündüklerimizi hep doğru oluşunu savunuruz. Aslında bizde biliriz yanlışlığı. Kabul etmeyiz hiçbir zaman. Yanlış yaptım demek ağrımıza gider. Özür dilemekten gücüniriz. Çocukluğumuzda özür dilemenin erdem olduğunu öğrenmişizdir affetmenin de büyüklük olduğunu. Hataları affetmediğimiz için bizim de affedilmeyeceğimizi düşünürürüz. Oysa hata yaparak öğreniyoruz. Hatalardan ders alarak büyüyoruz.

    Bazen sevdiklerimizle anlaşamayız. Onları sevmediğimizden değildir. İstemeden de olsa kalbini kırarız. Kendimizin anlaşılmadığından yakınır anlatmak için de çaba harcamayız. Gönül almayı bilmeyiz. Kırdıkalrımızın farkına varmayız. Hatta kendiliğinden düzelmesini bekleriz.

    Büyümek çok kötü gibi geliyor bazen. Sanki çocukken her şey daha güzel geliyor. Daha saf  duygularla bezeli…

    Biz o saflığın peşine düştüğümüzde, içimizdeki çocuğu özlüyoruz. Basitçe yaşamak istiyoruz. İçimizdeki çocuk gibi basit! Hissettiklerini söyleyebilen, korkmayan, sahip çıkan bir sadelik arıyoruz. Sağlam bir o kadar da kararlı sözler istiyoruz. Peki istemekten başka ne yapıyoruz. Sözlerden başka ellerimizde ne var? Neden laflarla yetiniyoruz? Harekete geçmek için neyi bekliyoruz?

    Hadi kalkalım, çocukluğumuza gidelim? Mutlu olunca kahkahalar atalım. Şöyle ağız dolusu olsun. Herkese mutluluk bulaşsın. Üzüldüğümüzde ağlayalım. Sıkı bir hüzün zamanı yaşansın. Rüzgar sert mi esiyor? Essin. Öfkeleniyor musun? Bağır. Belki de dağıt. Sonra da topla. Ama yaşa, yaşayalım, yaşanmalı.

    Şu an bir kapıyı açtım. Eşiğinde durmaktayım. Benimle geliyor musun? Hayata sahip çıkmaya gidiyorum, büyümenin eş güdümünde. Yoksa kalıyor musun? Hiçliğe adanmış yalnızlığında. Seçim senin. Unutma hayat beklemiyor asla anda!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Elif Öztürk Arşivi