Elif Öztürk'ten 'Duman Altı Hayatlar'
Dumanlı Hayatalar babasız yetişen bir gencin, kanının kaynadığı dönemlerde zehirle tanışmasını ve bu zehrin damarlarında gezinirken ki esaretini kabullenmeyişinin neticesinde hayatının altüst oluşunu anlatan bir eser. Hiçbir hayat imtihanın kollarından geçmedikçe dirilişin güneşini hissedemeyecektir. TUNA YAYINLARINDAN ÇIKAN VE BİR DİYALİZ HASTASI OLAN ELİF ÖZTÜRK’ÜN BAĞIMLILIĞA MEYDAN OKUYAN ANLATIMI İLE DUMANLI HAYATLAR; GENÇLER İÇİN BİR PUSULA OLACAKKEN AYNI ZAMANDA AİLELERİNİNDE GENÇLERDEKİ DEĞİŞİMLERİ DAHA İYİ TANIMLAMASINI SAĞLAYACAK.
ATEŞ İLE DANS
Vakitsiz bir ışıltı ile girdim onun hayatına. Ben artık yaşadığı hayatın büyük imtihanlarından birine çelme takmış yazgımın güçlü kalbiydim. Doğarken bana verilen elif adımın önce göğe uzanan yanıyla dik, sonra kulluk yanımla imtihan ve daha sonra ismimi tamamlayan fe harfinin merak noktasındaydım. İmtihanımdan sonra yeni bir hayattım. Yeni bir elif! Ne yaşarsam yaşayayım geldiğim noktaya bakılırsa kazananıydım.
O ise yeni bir imtihanın henüz eşiğindeydi. Gözleri kan çanağına dönmüş, çılgın bakışların tesirindeydi. Başı iki elinin arasında tercihlerinin ağırlığından sızlıyordu, belki de çatlıyordu. Yanına oturdum. Bir yabancıya bakar gibi bakıyordu, oysa ben onun imtihanının kelama dönüşecek olmasında aracı olarak seçilmiş kalemdim. Kalemdim, ona bakan suretim de kelamdım aslında.
Uzun uzun anlattı kanına işleyen zehri. Onunla başlayan tanışıklığını... Onu sollayamayan vaktin esiri olan yanını… Kurtuluşu olmayan yollardaymışçasına kıvrandı. Onu yargılayacağımı sandı. Her dinleyen gibi yahut durumuna şahit olmuş diğer kişiler gibi dinleyerek kaçıp gideceğimi, ona acıyarak bakacağımı, bilindik nasihatleri edeceğimi sandı. Oysa ben bir yanımla onun imtihanı ile savaşına şahit olacaktım, öte yanımla yeni ismimin doğuşunu kalem ile nakşedecek tüm evrene duyuracaktım. Anlattıklarının ardından kıstı gözlerini, delice baktı bana. Sonra araladı dudaklarını:
“Gitmiyor musun?” dedi.
“Hayır” dedim.
Şaşkın baktı gözlerime, gitmiyor olmamdan yana afalladı. “Neden?” dedi. Gülümsedim ona. Derin ve heyecanlı kelamlarım kaynadı kalbimde. Büyük bir istekle araladım dudaklarımı: “Ateş ile dansına şahit olmak için” dedim. “Nasıl yani” dedi, sonra ekledi: “Ateş ile mi?” deyiverdi. Evet, dedim. “Hiçbir yere gitmeyeceğim. Kanına işleyen zehir ile olan dansında yanında olacağım”. Dudak büktü bir anda. Belli ki imtihanı için adım atmaya cesareti, esaretinden kurtulmaya da ümidi yoktu.
Sen, dedim. Bir müddet sustum. Sonra bir çırpıda anlatmaya karar verdim. “Sen yaşadığın esarete hükümlü değilsin. Onu hayatına almaya sen karar verdin. Sonra onunla yol arkadaşı olmaya, gençliğinin kaynayan yanlarında ona sığınmayı sen tercih ettin. Önce sana zararsız göründü. Sonra her acında, her kavganda sana kendini anımsattı. Damarlarına sindi sinsice. Ve sen sandın ki o seni yönetiyor. Hayır, görmüyor musun o senin iraden ile sana hükmediyor. Şimdi dokun damarlarında ki bu asi gezinene ve ona dur de!”
Alnında ter damlaları birikti. Elleri titremeye başladı. Avuçlarının içi terledi.
Saç diplerine kadar gerildi. Derin derin nefes aldı. Sonra hırsla, aceleci çırpınışlarla aldığı nefesleri verdi. Sesi inanmaya açtı, sesi soru yağmurlarının istilalarındaydı. Çaresizliğinin çırpınışlarında çare arar gibi baktı bana ve bir anda soru verdi: “Başarabilir miyim yani? Yani damarlarımda akan kana işlemiş bu esaretten kurtulabilir miyim? Ona merhaba dediğim gibi elveda diyebilir miyim?”
Yaklaşmıştım ona, onu daha da güçlü adım atacağı savaşa hazırlamak için en tatlı sesim ile cevapladım onu: “Evet, yapabilirsin!” Yapabilirdi elbette, zordu ama isterse imkânsızın dağlarını arşınlayabilirdi. “Peki, sen ne yapacaksın?” dedi. Kalktım oturduğum yerden, tam karşısına geçip diz çöktüm. Zehrin kanına işlediği noktadan süzdüm onu ve fısıldar gibi cevapladım bu kez.
“Seni izleyeceğim, sen anlatacaksın ben seni yazacağım.” Gözbebekleri büyüdü. Omuzları dikleşti. “Yaşadıklarımı yazmak için mi buradasın yoksa kendin için mi?” dedi. “Aslında senin hakkında yazacağım, senin hayatının üzerinden geçiverecek kalbim ama seni yazarken kendimi de yaşatacağım.” deyiverdim. Umursamadı kendi anlatacaklarının iki hayatı var edecek olmasına şaşırdı.
Elimdeki kaleme baktı. Tahta, odundan yontulmuş yazgısıyla parmaklarımın arasında oynadığım kaleme baktı. “Kurşun kalem!” dedi. Kaldırdım kaşımın birini, “hayır, çok daha fazlası” dedim. “Nasıl yani?” dedi. “Sen kurşun kalemin hikâyesini bilmez misin?” diye sordum.
“Hıh!” dedi. Çöktüğüm yerden ayağa kalktım. Bankta oturan varlığına yanaştım ve tekrar oturdum yanı başına. Elimdeki kurşun kalemi uzattım ona, aldı ve tuttu parmaklarının arasında. Sonra “Dinle!” dedim. “O gördüğün odundan yontulmuş bir kalem. Senin parmaklarının arasında senin kadar hayattır sayfaların yazgısında. Senin yüreğin kadar seslenir kelamın ışığından” şöyle bir baktı parmaklarının arasında duran sıska kaleme. Sonra hayretle kaldırdı bakışlarını gözlerime “Bu kadar mı?” dedi. “Yetmez mi?” dedim. İkinci kez büktü dudaklarına. Dinle, dedim. Ve anlatmaya başladım kurşun kalemin hikâyesini.
“Ninesini bir hikâye yazarken izleyen çocuk sordu: “Yaşadıklarımız için bir hikâye mi yazıyorsun yoksa benim hakkımda mı?” Ninesi yazmayı kesti ve şöyle dedi: “ Aslında senin hakkında yazıyorum, fakat kelimelerden daha önemlisi kullandığım kurşun kalem. Umarım büyüdüğünde sen de bu kurşun kalem gibi olursun.” Çocuk merakla kurşun kaleme baktı, özel bir kalem gibi görünmüyordu. “Fakat daha önce gördüğüm kurşun kalemler ile aynı” dedi.
Ninesi gülümsedi ona ve dedi ki:
“Bu senin nasıl baktığın ile alakalı. Kurşun kalemin 5 önemli özelliği vardır ki sen onlara sıkıca tutunduğunda ömrün huzur içinde geçecektir.”
---Birinci özellik; Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah’ındır ve her zaman kendi kudretiyle bizi O yönlendirir.
---İkinci özellik; Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin. Bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.
---Üçüncü özellik; Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.
---Dördüncü özellik; Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan sekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.
---Beşinci özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın!”
Hikâye bitmişti. Gözleri ellerindeki kurşun kaleme takılı kalmıştı. Bir müddet susup onu izledim. Sonra kaldırdı efkârlı bakışlarını gözlerime “Benden kurşun kalem mi olmamı istiyorsun?” dedi. Anlamıştı beni, sadece tebessüm ettim. Bu tebessüm onu onayladığımın nişanesiydi. “Sence geç kalmadım mı?” dedi. Sonra kahırla sordu yeniden “yeterince kirlenmedi mi hayatım?” Umutla baktım ona “Kurşun kalem silinebilir özelliğe sahip unuttun mu?” dedim. Bir anda ümitsizliğin kıskacından döndü. “Peki, deneyeceğim.” dedi. Eline uzandım kurşun kalemi yeniden kendi parmaklarımın arasına aldım. Dosyamdan bembeyaz bir parşömen kâğıdı çıkardım. Onun ve benim yaşanmışlıklarımız, benim yaşadıklarıma çelme takmış yanım ve onun yaşadıklarına çelme takmaya aday yanı, bembeyaz parşömen kâğıtları, tatlı bir rüzgâr ve önemsiz gibi duran kurşun kalem başladık ateş ile dansa!
Yaslandı arkasına, bir nefes aldı. Sonra başladı anlatmaya…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.