
EX ET, PARÇALA, YÖNET!
Dağda ve mağarada insan yaşamaz, ayılar yaşar.
Yani çok zordur, inanılmaz zordur! Yaşamayan bilmez. Şahsen askerliğim sırasında Cudi Dağı’nda bunu bizzat yaşadığım için biliyorum. Sadece alıştığınız hayatın standartlarından mahrum kalmak, zevke, eğlenceye dair hiçbir şeyin olmaması bile, yaşamayı çekilmez hale getirmeye yeter. Kaldı ki, emir altındasınızdır, özgürlüğünüz bitmiştir, aç kalırsınız, susuz kalırsınız, üşür hasta olursunuz, geceleyin yılanlar ve akrepler sokar, ara sıra bitlenirsiniz. Geçmişiniz çok uzaklarda kalmıştır. Büyük bir kısmını unutursunuz, hatırlamak istediğinizde içinizde korkunç bir yangın çıkar, iki büklüm olur inlersiniz. Allah sevginiz, vatan sevginiz yoksa, buna dayanamazsınız. Benim görev yaptığım yerde, işimiz sahiden çok zordu. Çatışma çıkmadığı zaman herkes sıkılır, çatışma sırasında müthiş derece neşeli olurlardı; ama orası dünyadan ayrı bir gezegen gibiydi. Hiç kimse öyle bir yerde bulunmak istemiyordu. Serbest bırakılmış olsalardı, dağ taş terör vs. demeden yollara düşer giderlerdi. Çünkü inancı zayıf olanları bir kenara koyuyorum, en inançlı ve vatansever askerler bile bazen açık açık şöyle diyordu: “Bu bayrağa kurban olayım; ama bunu buraya dikenin anasını avradını…..!” Dolayısıyla, birkaçına ceza vermek zorunda kaldım; fakat bir taraftan da onları anlamaya çalışıyordum. Normalde rahatımız yerinde sayılırdı. En azından düzenli şekilde yemeklerimizi yiyebiliyor ve gündüzleri sıcak bir yatakta biraz uyuyabiliyorduk. Onca iyi yürekliliklerine ve yurtseverliklerine rağmen sadece dünyadan ve geçmişten kopuk yaşamanın bile pek çoğunda ruhsal bir travmaya yol açtığını açıkça görebiliyordum.
Her ne kadar çocukları asker ocağına düğünle, törenle gönderiyorsak da, elinde olsa hiçbir anne ve baba çocuğunu oraya da gönderip de arkasından her dakika “Acaba bugün çocuğumun başına bir iş mi geldi? Biri onu azarladı mı? Dayak mı attı? Bir yerine bir şey mi oldu? Yaralandı mı? Yoksa öldürüldü mü?” gibilerden sonu gelmez kaygılı soruların gecesini gündüzünü cehenneme çevirmesini istemez. Her saat televizyonun karşısına geçip haber bülteni dinler hale gelmek, “Bugün falan yerde bir askerimiz şehit düştü.” dendiğinde “Acaba o benim çocuğum mu?” diye korkudan tir tir titremeye başlamak ne büyük bir acıdır! Anne baba olmadan bunu anlayabilir miyiz? Bizim çocuklarımız Peygamber Ocağı’nda yine de emin ellerde sayılır. Biliriz ki, çocuklarımız vatanı savunurken ölmezler, sadece şehit olur ve cennete giderler. Peki bazen evlerine girilip çocukları kollarından zorla koparılıp alınarak, bazen “Devlet sizi fişlemiş, hapse atacak!” denerek ya da özgürlük şarkıları ile beyinleri yıkanıp kandırılarak dağa çıkarılan, birer ayı veya tilki gibi mağaralarda yaşamaya, ölmemek için öldürmeye zorlanan ve de günün birinde “bir hiç uğruna” ölüp boşa gideceği baştan belli olan o çocukların anne babaları? Siz sanıyor musunuz ki, dağdaki Kürt çocukları ve onların anne babaları olanlardan çok hoşlanıyor? Asla! Gerçekten de ana babaların gözyaşları hep aynı renkte değil midir?
Peki görünüşte de olsa bir kısmı niye onlara destek oluyorlar? Bunun yanıtı çok açıktır: Burada herkesin aynı olduğu emniyetli bir ortamda yaşayanlar onları anlamayabilirler. Onu anlayabilmek için de, Lice, Hani, Yüksekova veya Şemdinli gibi yerlerde yaşayan bir yurttaş olmak gerekir. Askerin ve polisin arkasından yaklaşıp kafasına iki el ateş ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönerek elini kolunu sallaya sallaya gidenler aynısını size daha kolay yapabilir değil mi? Herkes aynı derecede dürüst olmadığı gibi, cesur de değildir.
Şunu da ekleyelim: Terörün geldiği azgın ve şımarık noktanın Suriye’deki iç savaşla büyük ölçüde bağlantılı olduğunda kuşku yok. Bazı batılı devletlerin yanında, giderayak Suriye rejiminin ve Ortadoğu’daki varlığını ve istikbalini oradaki rejime angaje etmiş gibi görünen İran’ın terör örgütü için sinesini ve kesesini iyice açtığını artık daha net görebiliyoruz. Zaten kendileri de bunu pek inkâr etmiyor ya da edemiyorlar. Esat’ın durumu ortada; ama İran’ın oradaki bütün katliamlara yardımcı olması, taktik veren subayları ve keskin nişancıları ile fiilen içine dalmış olması aklı başında bütün Müslümanları üzüyor ve Sünnilere bakış açılarını deşifre ederek kafalarına bir şeyleri dank ettiriyor. Bunu, bir kenara koyalım.
İkincisi, tıpkı İsrail’in yurtdışında yaptığı nokta operasyonları gibi, Türkiye de terör örgütündeki şişman çete başlarına benzeri operasyonları yapmalıdır. Onlar en büyüğünden en küçüğüne kadar, bir şekilde, ama mutlaka “EX” edilmek zorundadır. Bunun bir yolu bulunmalıdır.
Üçüncüsü, terör örgütünün tek parçalı yapısı bir şekilde bozulmalıdır. Çünkü onun en büyük avantajı ve gücü, kesinlikle birlik ve dayanışmasından geliyor. Devlet, bu vampir çetesini en az birkaç parçaya ayırmayı bir biçimde başarmak zorundadır. O yapı tek parçalı kaldığı sürece, yutulması ve sindirilmesi çok zor olacak ve çok fazla zaman alacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.