Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

Hayıra Karşı Hayır Diyenler

 

İdealleri “hayır” olan insanlara hep hayran olmuşumdur. Tabii bahsettiğim “hayır” her şeye muhalif olup, doğruya eğri diyen, şerle bütünleşmiş,  sözde ülke sevdalıları değil.

İzinden gitmek istediklerim, hayrın anlamına yakışır şekilde, faydalı ve yararlı olmanın peşinden koşan, iyilik timsali şahsiyetler…

Ne kadar güzeldir ki, Kur’an da önemle, hayır ve şer üzerinde durulur ve en nitelikli kullar olarak hayrı bol yapan insanlar övülür.

Şer nasıl bencilleştiriyorsa canlıyı, hayırda o denli cömert hale getirir. Amacı olan kişiler de bu ruh dünyasıyla hareket eder. Çevresini de komşudan, aileden ve arkadaşlardan ibaret saymaz, yeri geldiğinde tüm evreni kucaklar. Dünya’nın herhangi bir yerindeki milleti ve inancı fark etmeksizin acı çeken bir insan için gözyaşı dökebilir.

Tuhaftır ama küreselleşmenin bugünkü gibi bilinmediği, teknolojinin bu kadar çok ilerlemediği (?) devirlerde, amacı olan insanlar daha çoktu.

Başta inancı için, insanlık için adını bilmediği yereler giderlerdi. Sahabeler dönemini düşünün. Tahmin edildiği üzere yüz bini aşkın Allah dostu mevcuttu. Yalnızca bunların on bin tanesinin mezarı kutsal topraklarda. Geriye kalanlarsa, İslamiyet’in güzelliklerini anlatmak için başka yerlere gittiler.

Bugün Dünya’nın dört bir yanında kabirleri mevcut. Yalnızca İstanbul’da bile o kadar çok sahabe mezarı var ki.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. İlim tahsis etmek için evlerinden uzağa medreselere gidenleri, gaza uğruna memleketinden kilometrelerce uzakta şehit olanları ya da gönlüne tasavvuf aşkı düşüp başka diyarlarda İslam âlimlerinin izinden yürüyenleri düşünün.

Kimilerine göre bu dönemler ve bu isimler çook gerilerde kalsa da, geçen zamana inat idealleri olan insanların göçebelikleri azalmadı. Kanla sulanan topraklarda mazlumların gözyaşı aktığı müddetçe de birilerinin yolculukları hep sürecek.

Bu örnekleri neden mi verme ihtiyacı duydum ?. Hani Afganistan’da şehit olan Mehmetçikleri anarken “Askerlerin orda ne işi vardı” diye soranlar belki bir parça vicdana gelir diye.?

Onların mantığıyla bakarsak olaya, o zaman Türk askerinin Irak’ta, Somali’de, Bosna’da ve gittiği diğer yerlerde de ne işi vardı ?

Dünya’yı yalnızca Anadolu’dan ibaret sananlara, en güzel cevabı Zeytindağı isimli kitabıyla Falih Rıfkı Atay veriyor. Eserinin sunuş yazısında yazar aynen şöyle diyor “Belgrat’ı aldıkları zaman, düşman delegeleri Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak;“Ne hacet” dedi, “İstanbul’u da size verelim”.  Babalarımız için Niş İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk. Çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor”

Usta kalem bugünleri tarif edercesine söylenmesi gereken her şeyi aktarmış.Bırakın Trablus’u ,bugün Suriye ile  Irak’la sınır olduğumuzu kaç kişi hatırlıyor ?. Hadi iyi niyet, din kardeşliği, insan hakları gibi kimileri için gereksiz söylemleri geçelim.

Onların mantığıyla anlatırsak, tam sınırımızın dibindeki bu ülkelerdeki karışıklıklar,  ülkemizi ekonomik olarak etkileyecek ve çok ciddi mülteci sorunuyla karışılacağız.

Maddi eksenli bu düşünceyi aktarırken dahi midem bulanıyor ama yazık ki, bu tarz hayat görüşünü çoktan benimsemiş durumda olanlar hayli fazla. Üstelik gayet rahat bir şekilde düşüncelerini ifade edebiliyorlar.

İnsan olmanın diğer adı duyarlı olmaksa, sırf doğruya eğri derken bir parça daha düşünmek gerekmiyor mu?. Bir ülkenin dış dünyayla ilgisini, başkalarının piyonu olarak yorumlayanlar, Kemal Derviş dönemini iyi hatırlasınlar.

Büyük devlet olmanın sırrı, Osmanlı’nın adını kullanıp, o mirasın ardına sığınmakla bitmiyor. Sırf inancı için öldürülen mazlumların yanında olmadıktan, ülkeni onlara açamadıktan sonra, zulmü gösterenlerden ne farkın kalır ki?

Bugün tüm Dünya’nın hayran kaldığı ülkemize dış politikada söz söylemek ve piyonlukla suçlamak cahillikten öte bir davranış olmaz. Kaldı ki, Türkiye’nin her ne kadar gelen göçlerin ve sığınmaların altından kalkabilse de tam bir mülteci yasası yok.

Geçmiş dönemlerde, ülkemize sığınan Çeçen komutanların durumunu düşünün. Rus ajanlar, İstanbul’da Çeçen komutan avına çıkmıştı. Somali başta olmak üzere, ülkemize sığınan Afrika kökenli Müslüman kardeşlerimizin durumları da ortada. Fakirlik ve ortada kalmışlık bir yana, hala renklerinden ötürü çirkin sözlere ve davranışlara maruz kalıyorlar.

Sayıları her geçen gün artan Suriyeli mülteciler içinse Kızılay ve çeşitli sivil toplum kuruluşları ellerinden geleni yapıyor. Lakin giderek artan rakam karşısında sıkıntıları çözmek gittikçe zora giriyor.

Türkiye’ye yakışır bir mülteci kanunuyla ve açıkçası sivil toplum kuruluşlarının daha özverili çalışmalarıyla, mültecilerin yaşam şartları daha rahat hale getirilebilir. Ülkemizde hala “Kardeşim Türkiye’de nice gariban insanlar var” deyip, yan komşusu açlıktan ölse dahi umursamayan, yolda bir gariban görünce yüzünü çevirenlere inat, insanlara yardım etmeyi görev edinenler artmalı.

Suriye’deki bir çocuk öldüğünde kendi yakınını kaybetmiş kadar üzülen, yediği yemekte de arada da olsa açlıktan ölen Afrikalı bir çocuğu hatırlayanlar olmalı.

Bencil ve açıkçası cahil politikacılar, gazeteciler ve diğer insanlara inat,  İstanbul’a en uzak şehir neresidir diye sorulduğunda, Şam’ı, Kudüs’ü, Bakü’yü görebilen nesiller için çalışılmalı.

  

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi