Benim Bir Tanrım(!) Var

 

Etimi kemiğe bürümedi,

Bana bir can ve ruh vermedi.

Rızkıma kefil değil, kaderimden bihaber,

Ne kitap gönderdi, ne Peygamber.

Dua etmem, acziyet belirtmem,

Yine de etrafımdan def edemem.

Hâsılı; şöyle bir Tanrı’dandır şikâyetnamem.

 

***

Çevrenizi istediğiniz kadar daraltın, bir dağ başında inzivaya çekilmedikten sonra birileriyle münasebet kurmak zorundasınızdır. Haliyle giyiminiz, kuşamınız, sözünüz, tavrınız ortadadır ve hep bir yerlerde yankı bulur.

 

İnsanoğlu hiçbir olumsuzluktan münezzeh kılınmadığına göre, doğruda isabet etme hakkına sahip olduğu gibi hata ve yanlış yapma hakkına, erdemli olabilmek gibi soysuz olabilmeye,  sevap işleme gibi günah işleyebilmeye, iman etmeye olduğu kadar küfre girmeye de meyilli ve kabiliyetlidir. Buna bağlı olarak yaşam boyunca karşılaşılabilecek ve yapılabilecek tüm menfi halleri öteleme,  kınama, cezalandırma mercileri de değişiklik gösterebiliyor. “İspat” ve “yanlış” terimlerinin içeriği, durumlara göre farklılık arz edebilmekteyse de genel kabul görenleri önceleyerek; mesela, “ispatlı bir yanlış”ınız örf ve adetlere uygun değilse sosyal baskı ile, yasalara aykırılık içeriyorsa hukuksal yaptırımla, dini inançlara zıt ise Mahkeme-i Kübra’da hükme bağlanır. Dilediğimiz kadar “hayır” diyelim, eğrisi doğrusu ile istesek de istemesek de içine girdiğimiz formül budur.

 

Her nevi yaptırım gücüne sahipliğin sıhhati, akl-ı selimlik, hak, doğruluk ve adil düşünüp, davranabilmeye bağlı ise de bu meziyetleri hiçe sayıp yetkisi olmayana müdahale gayretiyle Tanrıcılık oynamaya hevesli suretlerin çokluğuna da şahit olabiliyoruz. Görünüşte olgun ve şuurlu bir mahlûk tesiri bırakan bu vasıftakiler, aslında  “sütten çıkmış ak kaşık” rolünü iyi kesiyordur. Bu rol kesmeyi kimisi toplumsal refleksle yaparken kimisi de dinsel refleksle sergiliyor. Her ne adına ve her ne sınıflama altında yapılırsa yapılsın tümünün ortak noktası “kaş yaparken göz çıkarmak”tan başkası değil.

 

***

Bir ara kalın puntolu “mahalle baskısı” manşetlerimiz vardı. Bu söylem her ne kadar bir kesim tarafından başörtüsü emrinin gereksizliğine(!)vurgu ile ortalıkta salındırıldıysa da, laisizme rant kaybı yaşatmak için emri savunur görünen kesimce de “yoktur” denildi. Oysa bugün çeşitli örtünme şekillerinin türemesinin temelinde bu “baskı” nın varlığı ve Tanrıcıkların, sahiplendikleri misyonun görünür yüzü var.

 

Başörtüsünün dini muhtevasına girmeyeceğim ama herhangi bir dini gayreti olmayan Tanrıcıklar, yakın ve uzak akraba-i taallukatının sosyal konumunu sırf “iffetli ve hayâlı desinler” zihniyeti ile pekiştirmek istediler Dışarıdaki namahrem “sakınılası” iken,  evin içine giren namahremi de  “mahrem” görerek ayet ve hadislerle gelişi güzel oynadılar. Ve sonucunda (tesettür emrine zihni ve gönlü razı gelmediği halde) mahalle aralarında, başına öylesine attığı bir yazma ile makyajlı ve pantolonlu gezebilen, emrin özü gereği; dışarıdan bakışla ne örtülü ne de örtüsüz denilebilecek yeni bir tesettürlü(!)  güruhunu ortaya çıkardılar.

 

Başka bir veçhe;

 

“Niyet okuma” yetisi ile donanmış bir Tanrı, ekseriyetle muhteşem sezgilerini yine din adına kullanaraktan (ilgili ayetlere karşı çıkmadığı halde) sokakta başı açık gördüğü bir bayana, beş vakti eda etmeyene, bir özrü olabileceğini hesaba katmaksızın Ramazan’da oruç yiyene  “kâfir”, “imansız” damgası vurabiliyor. Bu ve benzeri dini hükümleri kasıtlı ve bilinçli reddedene karşı yaptırım, bir ceza-i müeyyidesi varsa Şer’i mahkemeler aracılığıyla,  mahkemenin yokluğu halinde ise sadece öğüt ve nasihatle sınırlı iken, infaz kul eliyle yapılmakta, gayr-i ahlaki bir dile düşürmekle kişinin yola getirilebileceği zannedilmektedir. İşin en garip ve esef verici yanı ise; başkasının başı üzerine, boş bıraktığı seccadeye ve doldurduğu mideye göz koyanın eleştirip yargıladığını işlemekten uzak olmadığıdır.

 

İslam adına belli bir hassasiyete sahip olmaksızın, kendi günahlarını başkalarının günahı üzerinden aforoz etmeye çalışanların aksine “İslami” kisvesi altında Tanrıcılık oyununu sahneleyenler de mevcut. Bu Tanrıcıkların esas maksadının da dinin yaşanmasını sağlamak olduğu sanılmasın. Kendileri din hususunda azami derecede hassas olsa da, Allahu Teala’ya iman ve itina ile itaat edenlere el ve dil uzatmaktan imtina etmezler. Çünkü bu sefer, kendilerine biçtikleri “kusursuzluk” rolü ile kendi nefslerini onere etmek teşebbüsündedirler. İlaveten ahiretin henüz görünür olmadığından hareketle ya da hesabı acele kesme isteğinden olsa gerek  “biletçi” mesleğine pek yatkındırlar. Zira kendileri hata ile bir namazı kazaya bırakmış olsa “Allah affeder” ama, aynı durumda bir başkasına o affı reva görmezler. Yine faiz ve benzeri hükümler ihtiyaçları nispetince kendilerine “helal”, diğerlerine külliyen “haram”dır. Bu örnekleri her amel için çoğaltmak mümkünse de durup dururken “bre zındık” olmamak için böylelerinin yanına salâvatla yaklaşmak gerektiğinin altını çizelim. 

 

Bu Tanrıcıkların etki ve nüfuz alanı sadece din ve dindarlıkla kayıtlı değildir. ”Her tarakta bezi var” meselince, birebir iletişimden siyasi arenaya değin insanın olduğu her düşünce ve fiilde parazitlik ve cirit atmalara rastlamak mümkün.

 

Düşünün ki, içinde bulunduğunuz halet-i ruhiyenin de etkisiyle bir kelam ettiniz. Edilen o kelam, o mekânda ve konu çerçevesinde kabul görüyorken sizi dinleyen bir başkası o sözü alıp başka bir olaya dair genellemede kullanıyor. Artık siz, ne kadar o sözü başka manada söylemiş olduğunuzu ifade etseniz de yankısı  “sen aslında bunu söylemek istemiştin” şeklinde oluyor. Böyle olmasının kökeninde ya gayr-i ihtiyari “anlaşılmamış” olmak ya da ihtiyari “sen ne dersen de, ben anlamak istediğimi anlarım” fikriyatı vardır. Bu da direkt başkasına “niyet tayin etmek” demektir. İstemeden buna sebep olmanın özrü mümkündür lakin bir değil birden fazla cereyan eden böylesi kasıtlı bir yaklaşımın izahına iyi niyetle yeltenmek de safdillik olur. Söylenilen söze tayin edilen niyet, sözün içeriği ve lafı edenin konumuna göre değişiklik gösterse de en hafif ihtimalle bir dostunuzla aranızı bozucu mahiyet kazanır. Püsküllü bir bela edilmeye çalışılması halinde ise; dininizden, meşrebinizden, vatandaşlıktan hatta cismani insanlıktan dahi bir kalemde silinebilirsiniz.

 

***

Belki de sizin, dinsel, her türlü izm’sel, medya sopalı, arkadaş, dost, konu-komşu eksenli eliyle çimdikleyen, diliyle ısıran, Allahu Teala’nın yetkisini, iştiyakla O’nun adına gayrısına karşı kullanan Allah’lı Tanrı(lar)nız hiç olmadı ya da karşılaşmış ama Tanrı olduklarını fark etmemişsinizdir. Her halükarda bu yazıdan varılmasını istediğim sonucu üç şık ile belirteyim.

 

İlki, kendi hata ve eksiklerimizi görmeyi adet edinirsek, başkalarının ayıp ve kusurlarına tecessüs edecek vakti bulamayız.

 

İkincisi, uyumun imkânsız olmadığı yerlerde dahi bir çıkmaza giriliyorsa, mutlaka söz veya tavırda bir noksanlık vardır.

 

Üçüncüsü, .hüküm vermek,  hükme salahiyetli olana bırakılırsa, tiyatro sahnelerini fuzuli yere işgal edenler azalacak hatta kalmayacaktır

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Huriye Karnap Arşivi