
Memduh Nihat Ada
Mağrur bir gülün eşiğinde diz çöken bir kadına yazılmıştır
Yayınlanma:
Sana mektup yazmak istiyorum. Adını yalnızca ben bildiğim için adın yok senin.
Bazen şairin “İnek gözlü desem alınır” dediği gibi “Kalın kafalım, ince düşünüşlüm, sevdiğim!” diyorum sana. Bazen “Çiçeklerin Ecesi” oluyorsun. Uzak dağın kiraz ağacı olduğun gibi “Dağ Menekşesi” de sensin. Sisler arasında küçücük bir göl, benden uzakta yorgun bir gül dalı oluyorsun.
“Bu dünyaya gelmiş her akıllı yaratık, her sabah mutluluk avına çıkar” der Stendhal. Oysa ben kaç zamandır seni aramaya çıkıyorum her sabah. Gece oluyor ve kumlarda kaybolan çöl dereleri gibi tükenmiş buluyorum kendimi.
Yalnızlık bazen alabildiğine güzelken bezen de terk ediliş şekline bürünüyor. Beni terk ettiğine, bırakıp gittiğine inanmak istemiyorum. Mutluluk payımı almadığımı düşünüyorum.
Okyanus gibi… Bazen benden toprak alıp… Bazen çekiliyorsun. Ama her aşkın hareketi böyle değil midir? Şikâyetçi miyim? Hiçbir zaman tükenmeyen, hiçbir zaman sadık olmayan, hiç zaman umutsuz olmayan bu hareketli su üzerinde, yani bir başkasının hayatında yaşamak ne büyük sarhoşluk!
Sana ses vermediğim zaman ses vermeni, sana yazmadığım zaman yazmanı, sana kızıp durduğum zaman bana sabır göstermeni ve “Deli! Ben seni seviyorum” demeni bekliyordum.
Çoğunluk kimsenin gözüne batmadan yaşarken, ben senin gözünde, gönlünde, özleminde, elinde tuttuğun mektuplarda ve hatıralarında olsun yaşamak istiyorum.
Durup dururken bir kâğıdın üzerine adını yazarken yakalıyorum kendimi. Durup dururken yanık bir türküye kayıyor dilim. Durup dururken verdiğin sözleri hatırlıyorum ve dökülüyor yüzüm.
Buldum günlerdir aradığım cümleyi! Bilirsin onu. “Beni unutmuşsun demek” der Paul, Sophie’ye. Sophie de “Hayır” der “Unutmadım. Yüreğimde uyuyordun, seni uyandırmaya kıyamadım.” Uyan ve beni de uyandır istiyorum uyuyorsam eğer.
Gecenin suratı asık. Kalktım, ortalık biraz daha aydınlık ve biraz daha az gerçek olsun diye bir umut ışığı yaktım ve bu mektubu sana yazdım.
Gece ne kadar da büyüktür, sevilen birinin uyuyuşuna bakılırken yeryüzü ne kadar da sessizdir. Ben gecenin, sessizliğin ve yolların sıkıştırdığı boğduğu bir yolcuyum. Gecemde yoksun, yoluma çık istiyorum.
Kırk küsur yaşında ölmek zordur şüphesiz, acıdır. Ama otuzlu yaşlarımda depremde ve daha sonrasında onlarca kez yollarda ölebilirdim. Ölmedim. Ben kelimelerimle sana ulaşmaya çalışırken, sen “Bayan Sessizlik” oluyorsun.
Kadınları sevmenin yalnız bir yolu vardır, o da aşkla sevmektir. Kadınlara iyilik etmenin bir yolu vardır, o da onları kollarına almaktır. Buhurdan, kokusunu vermek için sıcaklık ister, keza kadınlar da. Geri kalan ne varsa, dostluk, saygı, anlayış hepsi, hepsi, aşk olmadı mı bir hayalettir, hem de zalim bir hayalettir. Ve hayaletler zalimdir. Bazen seni sevmekle bütün hayatıma çelme taktığımı düşünüyorum.
En güzel aşk mektuplarının yazıl(a)mamış mektuplar olduğu pek bilinen bir şeydir. Ancak bu bir aşk mektubu değil!
Koca Tolstoy’un Gorki’ye “Vücudumun yarısı toprağa girince söyleyeceğim kadınlar üzerindeki düşüncemi, sonra hemen mezar taşımı üzerime kapattıracağım” demesini ancak şimdilerde anlıyorum. Yaşamam gerekiyormuş!
Kim bilir ne kadar kırılmış umut, ne kadar gerçek olmamış düş götürüyor şu önümden geçen tren.
Belki de ben seni gereğinden fazla sevmekle sana haksızlık ettim.
İnce ruhlu kalem sahipleri, gerçeğin bir elmas olduğunu yazarlar ama bu elmasın kaç yüzlü olduğunu söylemeyi unuturlar. Şimdi susalım! Bana cevap verme. Beni anlamaya ihtiyacın yok, benim de anlamadığını bilmeme gerek yok.
Söz söylemeden anlaştığımızı gördüm ve böylece aramızda her şey söylenmiş oldu…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.