Riyâkârlar Cumhuriyeti

Şair dediğin; hâlihazırda karşılaşılabilecek bir manzarayı veya olayı sözlerle tasvir edebilme yeteneğine malik  zarif bir şahıs olmalıdır….tıpkı Divan şairi Fuzûlî gibi. Bu şekil çıkarımda bulunmam; edebi bir kıstasa dayanmayıp, fuzûlîyâne de değildir. Zira;

“Mescide riyâ-pişeler etsin ko riyâyı

Meyhaneye gel kim ne riyâ var, ne mürâ’i”

mısraları kaleminden damlayan Fuzûli dedemizi anımsamak Ramazan ayına tevafuk ederse bize de vefa düşmez mi?

Hem de ne vefa…riyâya. Fuzûli mısralarıda; “ey ahali meyhaneye gelin “demiyor elbette. Göndermesi daha latif bir duruma dair. Diyor ki; “Mescide gelip gösterişle namaz kılanlar, gösteriş yapıp dursunlar. Sen onları bırak da meyhaneye gel, Zira orada ne riyâ var ne de riyâkâr.”

***

Fuzûli riyâyı namazla alâkalandırır da oruç bundan paysız kalır mı? Haliyle “biz böyleyiz işte” dedirtecek Ramazan manzarımız da şöyle olur.

Eskilerin nezaketiyle; efendime söyleyeyim….

Bir kısmımız, Ramazan’da oruçlu olup, farz olan secdeye alnı kazara da olsa bir kere değmeden;ömründe eda etmediği namazları teravihe giderek hesaptan düşürdüğüne  inanır.

Bir diğer kesim de; iftar ile sahur arası mesaisini kahvehanelere ayırıp nev’i şahsına münhasır bir şevkle oruç ibadetini yerine getirmiş olmanın neş’esini tadar.

Kimi zevad-ı muhteremler de dine, hayatlarının pek çok safhasında yer vermeyecek kadar mesafeli dururlar. Bu mesafeden kasıt sadece Cuma, bayram ve teravih namazı kılanlar, kandilden kandile Allah Teala’yı hatırlayanlar…vb. değil. Aksine dini değerleri “kahrolsun şeriat” sloganıyla yerle yeksan edenler, meyhanenin varlığını camilerden daha gerekli görenler, çok eşliliğe dinin değil de kendi anlamlandırmasıyla karşı çıkıp metres hayatını meşru görenler, çağdaşlığa bir basamak daha eklemek için başörtüye olmadık şekillerde dil uzatanlar..vb Hâsılı; kısmi amelsiz bu güruh, ne hikmetse Ramazan ayında evliyalara taş çıkartacak kadar dine düşkün havasına bürünürler; Kur’an okumuş olmak için meal okur, anacığının başındaki örtüyü tavaf eyler,Arapça’dan öğrendiği birkaç kelime ile  cilt cilt şifahi tefsire başlar,yılın on bir ayı “fakir  doyurmak varken Suudlara para yedirmenin manası yok” deyu askıya aldığı Mekke- Medine’yi, bayram öncesi tatil keyfiyetiyle deveran eder ve bayram sabahı “iki salla bir bağla, üç salla bir eğil” ile faslını noktalar.

Buraya kadar mevzubahis edilenler, Ramazan’da sakata gelmek istemeyen müslümanlar. Amellerinin ötelerdeki ahvalini bilemeyiz elbette, lâkin bu taraftan görünen o ki, ne kadar oruç tutsalar da  oruç onları pek tutmuyor.

Bir de “gibi” olanlarımız var. Yani; aslen inanmadığı dinin  lüzumlu  mevzuatını uyguluyor, görünürler ki; .evlerinde veya dışarıda toklar zümresine katılma olanağı bulamadıklarında Ramazan’da oruç tutanlardan daha açtırlar. Şu halde  merakımı celbeden de minareyi yapanlardan çok minarenin yerine lavabo yapanların bunu hangi halet-i ruhiye ile gerçekleştirdiği?

Açıkçası; bu sebeb-i halin doğrudan cevabının “homolaikuslar”ın, yeri ve zamanını denk düşürdüğünde manşete çektiği “toplumsal baskı” olduğu ihtimali cazip gelmiyor. Gerçi buna malzeme yapılabilecek münferit vakıalar yok değil. Şahsen  o zümreyi; ya asabiliğin etkisiyle “oruç başına vurmuş” ların ya kendi ibadetini Rabbe lâyık görenlerin  ya da on bir ay sahip olunan nimetlerden geri durmaya çalışmanın verdiği ezikliği bastıranların oluşturduğuna inananlardanım.

Pek tabi alenen oruç yiyenlerin gayr-i müslim olduğu düşünülebilir ama riyâya götüren sebep bu olamaz. Zira o “toplumsal baskı” kalıbıyla izaha yeltenilen tazir, tehdit ve darplere maruz kaldığını ileri sürenler ” müslüman değilim” dese, yükümlü olmadıkları ibadetten dolayı kimse onlara ilişmez. Zaten pek çoğumuza nazaran dik duruş sahibi olduklarından gayr-i müslimler de müslüman olmadıklarını söylemekte beis görmezler. Öyleyse “elhamdülillah müslümanım “deyip zıddına davrananları bu hale iten sebep daha farklı olmalı. Bu türlü davranışı ancak ve ancak kişisel menfaatlerinin zarara uğramasından endişe edenler sığınak olarak görebilir.Çünkü halleri sadece oruç tutup-tutmamakla ilişkilendirilebilecek derecede bir mevsimlik değil, dört mevsimlik; camide namazı daha bir iştahla eda ederler, mahalle çıkışına kadar pür tesettürlüdürler, her sokağın başında sadaka taşı inşaa edecek kadar bozuk para dağıtırken, evlerinin kapısını aşındıran fukaraya “aman” çekerler…vs

Kimsenin eksiksiz ve hatasız olamayacağı kesin olmakla beraber, ateist ve laiklerin kuvvetli zannıyla dindarlaşma sürecinin hız kazandığını iddia etmek bir yana sözü dahi edilemez. Zira talkını verip, bağıyla salkımı devşiren Tanrıların mevcudiyetiyle ne ciddiye alınacak “toplumsal baskı” ne de “şeriat ” ikame olur. Olsa olsa bu gidiş “Riyâkârlar Cumhuriyeti”nde son bulur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Huriye Karnap Arşivi