Siyaset soykırımının bir numaralı zanlısı

         Yetmiş iki yaşına bastın artık. Vücudun gittikçe ağırlaşıyor ve ruhun teninin kafesini terk etmek için acele ediyor. Hayatı çok sevdiğin, her gün üç öğün sebze ve meyvelerin organik olanlarının masana dizilmesini istemenden ve  yunus balığı gibi durmadan keyifle yüzmenden ve babamın yaşında olmana rağmen vücudu harabeye, suratı da haritaya dönmüş olan babamın tam tersine manken gibi dimdik, capcanlı duruşundan yeterince belli oluyor. Yaşını göstermiyorsun. Bir insan yaşını göstermiyorsa, üç olasılık vardır: Birincisi, durumun genetik olduğudur. Bu Allah’tandır ve yorum gerektirmez. İkincisi, o kişinin gamsız bir insan olarak yaşamayı başarmış olduğudur. Bu kimi zaman takdire değer, kimi zaman da yadırganacak bir şeydir. Üçüncü olasılık en kötüsüdür; o başkalarının ömründen çalan bir hırsız ve yalama olmuş contalarından etrafa pislik saçan koca bir namussuzdur. İnanmak istiyorum ki, sendeki bu mankenlik genetiktir; ancak sana ulaşmasını en çok istediğim düşüncem başkadır: Madem yaşamayı dört elle sarılacak kadar çok seviyorsun, acaba bitmesine ramak kalmış olan yaşamının sonrasında başlayacağı müjdelenmiş olan “sürekli gençlik halinde yaşanacak sonsuz yaşam” müjdesini merak ediyor musun hiç? Çünkü bir şey bizim için çok önemliyse, o konudaki olumlu veya olumsuz en küçük olasılıklar bile uykularımızı kaçırabilir. Senin geleceğin için merhamet dolu bir yürekle söylüyorum bunları…

Ben sokaktaki adamım. Sizin tabirinizle, göbeğini kaşıyan adamım. Sen ise doğduğum günden bu yana siyasetin tepelerindesin; ama biz bugüne dek başbakanlık koltuğunda otururken hiç görmedik seni. Galiba yerine bayağı alışmışsın. Belki orada oturmak zamanla bir tür nostaljiye dönüşmüş bile olabilir. Hani günün birinde köyde doğup büyümüş bir amcayı çocuklarından biri şehire getirir; ama köy yaşamı ile enikonu aynileşmiş olan amcamız ne pahasına olursa olsun tez zamanda köye geri dönmek ister ya da çok geçmeden kahrından ölür ya… Seninki de öyle bir şey olsa gerek; oysa anımsarsan bugün başbakanlık koltuğunda oturan adam sekiz yıl öncesinde bir parti kurmuş ve üzerinden bir yıl bile geçmeden yüzde 34 oy alarak ülkenin başbakanı seçilmeyi başarmıştı. Unutma ki, partine oy verenler bile senden bir şey olacağına inanmıyorlar. Senin gibilerin yürüttüğü korku siyasetinin dehşet ve bunalım saçan kara propagandasının etkisine girerek başbakandan nefret ettikleri ve oylarını hükümsüz kılmayacak başkaca alternatif bulamadıkları için, kerhen veriyorlar o oyları sana. Mevcut hali özetleyecek olursak, bugünün Türkiye’sinde senden daha fazla nefret edilen bir siyaset adamı yoktur. Görünüşe göre, etrafındaki güzel örneklerden etkilenmek gibi bir faziletin hiç olmamış. Diğer siyasetçiler seni yenmekten bıkmış usanmışlar; ama sen yenilmekten hiç bıkmamışsın. Sen ne yazık ki ülkemize özgü bir unvan haline getirdiğiniz “girdiği her seçimi kaybeden politikacı” unvanıyla bile hala göğsünü gere gere etrafta dolaşabilen bir adamsın. Tabii ki Avrupa müktesebatını istemezsin. Avrupa müktesebatına uyarlanmış bir ülkede yaşıyor olsaydık, en fazla ikinci yenilginden sonra seni topun ağzına koyup uçururlardı. Anlamıyorum, nasıl oluyor da hala ar etmeden oturabiliyorsun orada?
 
Her türlü olumsuzluğa karşın, bizi şaşırtmaya devam ediyorsun. Bütün demokratik ülkelerde olduğu şekliyle disiplin suçları dışında herhangi bir suça karışan askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasanın iptali için yine ve yeniden son altı yıldır türbe haline getirdiğin Anayasa Mahkemesi’nin kapısına koştuğuna göre, ülkede hukukun üstünde kalmak isteyen imtiyazlı kesimlerin statüsü devam etsin istiyorsun. Askerler kendilerine özel başka bir mahkemede yargılanacaksa, bana da öğretim üye ve görevlilerinin oluşturduğu ayrı bir “üniversite mahkemesi” isteme hakkı doğmuyor mu sence? Üstelik hukukçuları da biz yetiştirdiğimiz için, bu daha da kolay ve makul olacaktır. O zaman her meslek grubuna, örneğin belediye işçilerine ait ayrı bir mahkeme kurulsun, içlerinden biri suç işlediği zaman mahalli savcılık görevsizlik kararı verip olayı o mahkemeye havale etsin. Var mı böyle şey? Bir ülkede bir tek yargı sistemi olur ve suç işleyen “herkes” oraya gider… Tıpkı her yurttaşın çocuğunun aynı sistem içinde eğitilmesini öngören tevhid-i tedrisat kanunu gibi, “tevhid-i hukuk” uygulaması olması gerekmiyor mu?
 
Senin vukuatların saymakla bitmez. Kurtuluş savaşına çıkıyormuşçasına her gün memleketin dört bir köşesinden cephanelikleri çıkan eli kanlı bir örgüt hakkında yürütülen hukuki temizlik harekatının karşısına dikilip kollarını açtığını gören herkes haklı olarak senin de onlarla işbirliği içinde olduğundan kuşku duyuyor. Kısacası sevgili müzmin muhalefet hastası, çok kötü bir imajın var, çok kötü! Anladığım kadarıyla, bir “imaj-maker”ın bile yok senin… Bir iletişimci olarak şahsen sözünü dinlediğin bir “imaj-maker”ın olmuş olsaydım, bir sonraki seçimde oylarını yüzde otuzun üzerine çıkarmayı taahhüt edebilirdim sana; ama sen nere ben nere! Her konuda milyonlarca seçenek arasından, arayıp en iyisini (ya da en fazla birkaçını) seçebilme sanatıdır.
 
Hayat böyle bir şeydir işte! Sen bu ve benzeri faydalı yazıları belki de ömrünce göremeyeceğin için, siyaset soykırımına devam edeceksin...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi