TANRININ KILICI

“Zalim, ALLAH’ın kılıcıdır. Onunla intikam alır, sonra da döner ondan intikam alır.”

                                (Yıldızların Efendisi-Hz. Muhammed)

Köyden kente taşındığımızda olup bitenleri anlamayacak ve hatırlamayacak kadar küçükmüşüm. Galiba üçüncü yaşımdan sonra, anılarımı depolamaya başladım. İlkokulun birinci sınıfında sınıfta okuma-yazmayı öğrenen ilk öğrenci olduğum halde bile şımarmayı bir türlü beceremedim, hep kıyıda köşede durdum. Çok utangaç biri olduğum için, bırakın birini rahatsız etmeyi, oynayacak, şakalaşacak bir arkadaş bile bulamazdım.

O arada bir de aynı sırada yan yana oturduğum kıza aşık olmayayım mı? Bu sefer, daha çok gerilmeye başladım. Bazen okula gelirken çiçek getiriyorum; ama ona çiçeği vereceğim anı düşündükçe heyecanlanıp paniğe kapılıyordum. Elim ayağım birbirine dolaşmaya başlıyor, henüz okula varmadan çiçeği dışarıda bir yere usulca bırakıyordum.

Tam o sıralarda, sınıfta şirretliği ve çirkefliği ile nam salmış olan biri (Adını hala hatırlıyorum: Ali’ydi. Soyadı lazım değil.) bana musallat oldu. Ben zayıf, çelimsiz bir çocuktum, o ise ortalama bir sırtlandan biraz daha kibar bir tipti. Birilerine sataşmak için etrafta dolaşan magandalardan biriydi, bilirsiniz işte…

Bu ufak magandayı en çok mutlu eden, eğlendiren şeylerden biri, teneffüslerde beni izlemek ve tamamen habersiz olduğum bir anda arkadan sessizce yaklaşarak tokadını sağ yanağıma var gücüyle yapıştırıp kaçmaktı. O ağır tokadı her yediğimde inanılmaz derecede canım yanar, öfkeden ve utançtan nar gibi kızarırdım; ama onunla başa çıkamayacağımı sandığım için sineye çekip susar, bazen de kimsenin olmadığı bir köşeye çekilir sessizce ağlardım.

Yine öyle bir gün dersin biri bitmiş, teneffüse girmiştik. Teneffüslerde sıramdan pek ayrılmadığım için, öylesine oturuyor, etrafta koşuşan, oynayan, bağıran arkadaşlarımı seyrediyordum. Arkamdan sağ yanağıma birdenbire inen o şiddetli, o korkunç tokatla, yine dünyam kararmıştı.

O güne kadar yıkılma noktasına doğru zorlanan sabrımın duvarları, bu kez göçmüştü. Nasıl olduğunu bilmeden, kendimi onunla yaka paça kavga ederken buldum. İri ve kuvvetliydi, fazla uzatmadan beni yere yıkıp altına aldı; ama direnmeye ve elimden geldiği kadar çok yumruk vurmaya devam ediyordum.

Ben dövüşmeye ve alttan kurtulmaya çalışırken, beni dövmekte olan Ali’nin farkına varamadığım üçüncü bir el tarafından aniden üzerimden kaldırıldığını hissettim. Bunun üzerine durmadım. Hasmımın üzerine çullanıp etkisiz hale getirdikten sonra, onu hırsımı alıncaya kadar patakladım…

Sınıfımızda, hepimizden büyük ve cüsseli olduğundan, hiç kimsenin kavga etmeye cesaret edemediği biri vardı. Bana o anda ihtiyacım olan iyiliği yapan kendisiydi. Neden öyle yaptığını hala bilmiyorum; ama ona minnettar olmuştum…

Şüphesiz, zalim bir çocuk değildim ve hiçbir zaman da olmadım. Bu deneyimin, bana ibret olarak yaşatıldığını düşünüyorum. Çünkü yaşamın akışı içinde bize iyilerle nasıl olmamız gerektiği, kötülerle ise nasıl olmamamız gerektiği öğretilir. O zaman zalimin nasıl biri olduğunu ve asla öyle olmamam gerektiğini iyice öğrenmiştim. Şimdi bana “Zalim kimdir?” diye soracak olsalar, aklıma başkalarına zarar vermekten müthiş zevk alan sınıf arkadaşım Ali gelir… Gariptir ki, tam tersine, “tanrısal adalet” dendiği zaman da hep aynı olayı hatırlarım. Allah, mazlumları eninde sonunda kaldırıp zalimlerin üzerine çıkarır.

Etrafımızda böyle çok sayıda insan olduğunu biliyor, dahası net bir şekilde görüyorum. Salt kişisel çıkarlarından kurdukları görkemli ve imtiyazlı şatolarını korumaya almak için belirli bir kitleyi mantık suyuna batırılmış yalanlarla boyuna kandıran, kışkırtan, süren uyanık zalimleri görünce hep Ali’yi hatırlarım…

Tıpkı seksenli yılların sonunda Rusya’da olduğu gibi, burada da seksen yıldır rejimin olanakları ile semirdikçe semiren, doğal olarak kendini halka karşı devletin “watch dog”u gibi gören o ekşi suratlı, tok sesli, hırçın, ayrıcalığı doğuştan gelen bir hak zannetmeye başlamış o adalet ve insaf yoksunu topluluğun sonu yaklaşmaktadır.

Kendi ayrıcalıklarını sürdürecek olan partiye oy vermeyenleri cahillikle, ayılıkla, yobazlıkla suçlayan bu sözde okumuş, ama bilginin ışığı ile aydınlanmaktan çok zifiri karanlık önyargılar kuşanmış bu “bekçiler sürüsü”nün Cumhuriyet tarihinin keşfedilmiş en güçlü ve kanlı terör örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon ile oldukça sıkı bağları olduğundan, acı sonu daha net gördükçe iyice çıldırarak ülkeyi bir savaş alanına çevirmeyi bile düşünebileceğini öngörmek gerçekdışı bir yaklaşım olmayabilir. Önümüzdeki referandumda “Evet” oylarının daha fazla çıkacağı kesinliğe kavuştuğu andan itibaren, Türkiye’nin “karanlık ve kanlı bir tünel”e girme olasılığı olabildiğince güçlenecektir. O günden itibaren, bugüne kadar görülmediği kadar dehşet verici terör eylemleri olabilir; ancak bunun acınası sonlarını durdurmaya veya geciktirmeye faydası olmayacaktır. Eldeki paket, elbette yetmez. Hepimiz yepyeni bir sivil anayasanın özlemi içindeyiz; fakat unutmayalım ki bu değişiklikler yeni sivil anayasanın yapılmasının önündeki bazı blokları bertaraf edecektir. Ayrıca referandumun ardından kurulmaya başlanacak olan yeni düzen, suç işlediği iddia edildiği halde omzundaki apolete güvenerek gelip yargıya hesap vermeye yanaşmayan, sağda solda halkın seçtiği başbakana ulu orta hakaretler eden, milletin parası ile alınmış tankları ve uçakları kendi şahsını kollamak için babasının malıymış gibi kentin ana caddelerinde yürütüp mahkemelerin üzerinden uçuran bazı “asker memurları”na, eşit vatandaşlık statüsünün ne demek olduğunu güzelce belletecektir. Suç işlediği zaman sokaktaki vatandaşı alıp götüren polisin, onları da nereden ve nasıl götürdüğünü herkes görecektir…

Aslına bakılırsa, onlar dışa karşı acımasız, kendi içinde ise çok acınası bir durumdadır. Bugüne dek ALLAH’ın kılıcı olarak O’nun intikamının öznesi olduklarını bilmedikleri gibi, bugünlerde vadelerinin dolduğunu, aynı tanrısal intikamın nesnesi haline geldiklerini de bilmiyorlar…

   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi