
Mustafa Azılıoğlu
Affan Dede'ye para saydım
Yayınlanma:
Cahit Sıtkı, esas adı ile Hüseyin Cahit,46 yaşında Viyana’da hayata veda eden hececi şairlerimizden. Diyarbakır’da başlayan hayat hikâyesi, Avusturya’da nihayet buluncaya kadar İstanbul ve Paris günleri ona şiirlerinde samimiyet, sadelik, aşk, mazi, özlem, yalnızlık ve yaşama sevinci temalarını yaşattı.
Cahit Sıtkı, beni çok etkileyen şairlerin başında gelir. Bende latif tatlı bir çocukluk ve gençlik döneminin saf temiz izlerini çağrıştırır.
Bugün Cuma şiirinde, rahmetli ninelerimi hatırladım. Tıpkı onun şiirinde tasvir ettiği gibi. Şiir sevmeyen insan varmıdır, sanıyorum yoktur. Şiirler insanı huzura erdirir. Bir lahza da olsa, yaşanmış acı ve tatlı günleri bir çırpıda insana hatırlatır. Her mısra her insanda farklı çağrışımlar meydana getirir.
Bende çocukluğumun geçtiği sokağımız ve onun, bugün ebedi âlemin sakinleri olmuş yaşlı güler yüzlü tatlı dilli ninelerimizi aklıma getirdi.
Hacı Ninem Fadimana, elmacık kemikleri çıkmış,asil, yardımsever, cana yakın hali ile konu komşunun yardımına koşardı.Mahalleyi mahalle yapan işte bu insanlardı. O,Doğumdan ölüme hayatın her safhasında çoluk çocuk kadın erkek herkese bir hekim, düğünde aşçı, cenazede hoca idi. Sokağımızın mahallemizin memleketimizin sevincine karşılıksız ortak olan bir ocağın son temsilcisi idi ninem.
Sarılık hastalarını evdeki “job traş bıçakları” ile bazen alnından, bazen ense derisinden kanatarak, çıkan sarı, kızıl kanı kesme şekere batırıp yedirir, bir nevi aşı yapar, vucut direncini kuvvetlendirip hastalığın iyi olmasına vesile olur idi. Yaptığı işi sadece Allah rızası için yapar,bir kuruş para almazdı.
İyileştirdiği hasta yakınları, daha sonra teşekkür ziyaretine geldiklerinde, para almadığını bildikleri için, oturdukları halı minderin altına ya da tülünün görünmeyen bir yerine bıraktıkları paraları biz çocuklara harçlık verirdi. Kimimiz kalem defler kimimizde şeker alır ben ise, çoğu zaman bu paralarla, Fırıncı Mevlüt Ağa’nın sinemasına yetmiş beş kuruşa gider, dönemin Yılmaz Güney, Nebahat Çehre, Fikret Hakan filmlerini izler, Bir Millet Uyanıyor Filmi ile de,vatan millet kavramlarına aşina olurduk.Kadir Savun,Erol Taş,Fikret Hakan, Danyal Topatan “Bir Millet Uyanıyor” filminde bizim çocukluk dönemi kahramanlık idollerimiz idi.
Bugün cuma;
Büyükannemi hatırlıyorum,
Dolayısıyla çocukluğumu,
Uzun olaydı o günler!
Yere düsen ekmek parçasını
Öpüp basıma götürdügüm günler!
O zaman inandığım gibi,
Sahiden bir öbür dünya varsa eger,
Orada da cumaysa bugün,
Başında bulutlardan beyaz örtüsü,
Büyükannem namaz kılmaktadır,
Namahrem eli değmez seccadesinde;
Mekkei Mükerremeden getirilmis.
Dilerim duasında unutmasın beni;
Günahkâr olduğumu hatırlayarak.
Buğün 0tuzbeş yaşın çok çok ilerilerinde, hayatın belirli bir yerlerinde yol alırken, yine onun Affan dede şiiri, onlu yaşlarımı gülümsetiyor bana. Bugün Affan dedeler var mı bilmiyorum.Hayatın her safhası her şeyi ile aslında güzel ama,çocukluk döneminin saf riyasız,olduğu gibi doğal hali bir başka.
Affan Dede'ye para saydım
sattı bana çocukluğumu
artık ne adım var ne yaşım
bilmiyorum kim olduğumu
hiçbir şey sorulmasın benden
haberim yok olan bitenden
bu bahar havası bu bahçe
havuzda su şırıl şırıldır
uçurtmam bulutlardan yüce
zıpzıplarım pırıl pırıldır
ne güzel dönüyor çemberim
hiç bitmese horoz şekerim.
İnsanlar ne kadar huzurlu mutlu olsalar da, Değişim her şeyi bir başka şekle sokuyor. Bizler hala o günleri arıyor ve özlüyoruz. Cahit Sıtkı bugün bu Cuma sabahında bana geçmişi çocukluğumun saf ve doğal günlerini hatırlattı.
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Sanıyorum onun felç geçirdiği, yataga mahkûm olduğu sıralardaki hüznü ile yazılmış bu şiir.
Cahit Sıtkı’nın otuz beş yaş şiirini bilmeyen sevmeyen varmıdır.
Yas otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Sakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o sevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk askımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insani boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yasa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yasında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı, beni çok etkileyen şairlerin başında gelir. Bende latif tatlı bir çocukluk ve gençlik döneminin saf temiz izlerini çağrıştırır.
Bugün Cuma şiirinde, rahmetli ninelerimi hatırladım. Tıpkı onun şiirinde tasvir ettiği gibi. Şiir sevmeyen insan varmıdır, sanıyorum yoktur. Şiirler insanı huzura erdirir. Bir lahza da olsa, yaşanmış acı ve tatlı günleri bir çırpıda insana hatırlatır. Her mısra her insanda farklı çağrışımlar meydana getirir.
Bende çocukluğumun geçtiği sokağımız ve onun, bugün ebedi âlemin sakinleri olmuş yaşlı güler yüzlü tatlı dilli ninelerimizi aklıma getirdi.
Hacı Ninem Fadimana, elmacık kemikleri çıkmış,asil, yardımsever, cana yakın hali ile konu komşunun yardımına koşardı.Mahalleyi mahalle yapan işte bu insanlardı. O,Doğumdan ölüme hayatın her safhasında çoluk çocuk kadın erkek herkese bir hekim, düğünde aşçı, cenazede hoca idi. Sokağımızın mahallemizin memleketimizin sevincine karşılıksız ortak olan bir ocağın son temsilcisi idi ninem.
Sarılık hastalarını evdeki “job traş bıçakları” ile bazen alnından, bazen ense derisinden kanatarak, çıkan sarı, kızıl kanı kesme şekere batırıp yedirir, bir nevi aşı yapar, vucut direncini kuvvetlendirip hastalığın iyi olmasına vesile olur idi. Yaptığı işi sadece Allah rızası için yapar,bir kuruş para almazdı.
İyileştirdiği hasta yakınları, daha sonra teşekkür ziyaretine geldiklerinde, para almadığını bildikleri için, oturdukları halı minderin altına ya da tülünün görünmeyen bir yerine bıraktıkları paraları biz çocuklara harçlık verirdi. Kimimiz kalem defler kimimizde şeker alır ben ise, çoğu zaman bu paralarla, Fırıncı Mevlüt Ağa’nın sinemasına yetmiş beş kuruşa gider, dönemin Yılmaz Güney, Nebahat Çehre, Fikret Hakan filmlerini izler, Bir Millet Uyanıyor Filmi ile de,vatan millet kavramlarına aşina olurduk.Kadir Savun,Erol Taş,Fikret Hakan, Danyal Topatan “Bir Millet Uyanıyor” filminde bizim çocukluk dönemi kahramanlık idollerimiz idi.
Bugün cuma;
Büyükannemi hatırlıyorum,
Dolayısıyla çocukluğumu,
Uzun olaydı o günler!
Yere düsen ekmek parçasını
Öpüp basıma götürdügüm günler!
O zaman inandığım gibi,
Sahiden bir öbür dünya varsa eger,
Orada da cumaysa bugün,
Başında bulutlardan beyaz örtüsü,
Büyükannem namaz kılmaktadır,
Namahrem eli değmez seccadesinde;
Mekkei Mükerremeden getirilmis.
Dilerim duasında unutmasın beni;
Günahkâr olduğumu hatırlayarak.
Buğün 0tuzbeş yaşın çok çok ilerilerinde, hayatın belirli bir yerlerinde yol alırken, yine onun Affan dede şiiri, onlu yaşlarımı gülümsetiyor bana. Bugün Affan dedeler var mı bilmiyorum.Hayatın her safhası her şeyi ile aslında güzel ama,çocukluk döneminin saf riyasız,olduğu gibi doğal hali bir başka.
Affan Dede'ye para saydım
sattı bana çocukluğumu
artık ne adım var ne yaşım
bilmiyorum kim olduğumu
hiçbir şey sorulmasın benden
haberim yok olan bitenden
bu bahar havası bu bahçe
havuzda su şırıl şırıldır
uçurtmam bulutlardan yüce
zıpzıplarım pırıl pırıldır
ne güzel dönüyor çemberim
hiç bitmese horoz şekerim.
İnsanlar ne kadar huzurlu mutlu olsalar da, Değişim her şeyi bir başka şekle sokuyor. Bizler hala o günleri arıyor ve özlüyoruz. Cahit Sıtkı bugün bu Cuma sabahında bana geçmişi çocukluğumun saf ve doğal günlerini hatırlattı.
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Sanıyorum onun felç geçirdiği, yataga mahkûm olduğu sıralardaki hüznü ile yazılmış bu şiir.
Cahit Sıtkı’nın otuz beş yaş şiirini bilmeyen sevmeyen varmıdır.
Yas otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Sakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o sevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk askımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insani boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yasa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yasında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.