
Anamı ağlatacağım
Sabahtı. Gazete dağıtıyordum. Önümde yürüyen bayanın saçları çok güzeldi. Hakikaten güzeldi. Gözleri, dudakları, göğüsleri, kalçaları yoktu. Saçları yeni yetme rüyalarım gibiydi. Saçları, sisli ve çiçek kokulu bir yayla sabahına uyanmak gibiydi. Kendi saçıydı. Rabbimindi. “Rabbim” diyordum içimden, “SEN nelere kadirsin!”
Bir zamanlar, iki yıl kadar uzattığım saçlarım geldi aklıma. Denemiştim. Eleştirenler olmuş, ben uzatmıştım. Saçlarım ki anamın merhametli ve yetmiş yıl görmüş elleriyle okşadığında en güzel oluyordu.
Başörtülü bayanlar arasında da saç boyatmanın yaygın olduğunu biliyorum. Ancak başı açık bayanların saçlarını boyatma konusunda son sürat gittiklerini görüyorum. Ha neredeyse saçını boyatmayan yok gibi. Bir gün, kalabalık bir ortamda, şöyle bağıracağım: Saçı boyasız olan elini kaldırsın.
Sabahtı. Gazete dağıtıyordum. Üç kişiye mesaj attım. Üç kişiyi aradım. Üç kişiye mektup yazdım. Üç kişiye çiçek aldım. Üç kişiye kitap verdim. Üç kişiyi sevindirdim. Üç gün içinde ölürsem, üç kişi var dedim.
Kendinden menkul “gizemli” takılan insanları sevmiyorum. Herkesle her şeyimizi paylaşamayız elbet. Ki bunu söylemek ve yazmak da abestir aslında. Tanışmalarımız, paylaşımımız, sevgimiz kendi doğallığı içinde gelişir zaten. Birilerini bir şeyler ispat etmek için şirinlik veya gevezelik yapmayı da tavsiye edenlerden değilim. Lakin bile-isteye ve doğallığın dışına çıkarak takınmaya çalıştığımız tavılar ki –ben buna gizem diyorum- bizi biz olmaktan çıkarıp yapay ve suni bir kimliğe doğru sürüklemekte. Sorarım: Geçen günlerde ölen ve tüm hayatı bilinen merhum Muhsin Yazıcıoğlu gizemli miydi? Güzellik, lüks ve sırça köşklerde ve sis perdesi arkasında yaşamak değil, kendi doğrularını adam gibi yaşamak yani adam olmaktır.
Sabahtı. Gazete dağıtıyordum. Düşlerimde düğün-dernekler, çoğalmalar, gülümsemeler vardı. Muhsin Yazıcıoğlu tebessüm ediyordu.
Sanılmasın ki siyasetle ilgilenirim. Sekiz kardeşi olan biriyim ve oy vermenin ötesinde içimizde siyasetle ilgilenen yoktur. ( Bu vesileyle anacığıma sitemim vardır. Aynı seriden bir sekiz kardeş daha yapsaydın ne olurdu sanki… ) Severdim Muhsin Yazıcıoğlu’nu. Üzüldüm ve dua ettim. Sakarya’dan bir küçük kardeşim Abdullah kalkıp gelmişti cenazeye. Gece mezarını ziyaret edip dua ettik.
Sabahtı. Gazete dağıtıyordum. Sıhhiyede, Mithatpaşa ve İzmir Caddesinden, Necatibeyde, G.M.K Bulvarında ve Kızılay’da gurup gurup insanlar görüyordum. Kocatepe camisine doğru gidiyorlardı. Güzel insana, güzel bir veda içindi bu toplanış. Tekbirlere karşılık verdim. Ölüm aynaydı. Gözlerim buğulanıyor ve güzel insanlar, güzel atlara binip gidiyorlardı.
Dün Büyük Birlik Partisi’nin mütevazı genel merkezinin önünde geçiyorum. Binanın çevresindeki esnaf camlara Muhsin Yazıcıoğlu’nun posterlerini asmış. Özellikle iki poster çok hoşuma gitti. Biri, “Üşüyoruz Muhsin başkan” diğeri ise karlı dağlar arasında gülümseyen fotoğrafıyla Muhsin Yazıcıoğlu. Posterin üzerinde de cezaevinde yazdığı şiirden iki mısra. “Ey, sonsuzluğun sahibi! Sana ulaşmak istiyorum”
Selam verdim ve içeri girdim. Varsa posterlerden rica ettim. Sağ olsunlar verdiler. Evime ve çalıştığım odaya astım birer tane. Ve her iki posterden birer taneyi paketledim anacığıma göndermek için. Anacığımla telefonda konuşmuştuk kazanın olduğu ilk saatlerde. Ağlıyor ve dua ediyordu. Varsın posterleri alınca bir daha ağlasın ve dua etsindi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.