Ressamlar birbirinden habersiz!

Bir bahar gülümsüyor sanki gökyüzünden. Belinin bükülmüşlüğünden olsa gerek oyalanıyor, nazlanıyor… Korkmuşluğundan olsa gerek randevusuna geç kalıyor bu kez mevsimini yakalayamıyor. Ha birde az önce önümden geçen uğur böceği benekli kanatlarını açmış bana doğru gelirken yolunu değiştiriyor. Malum baharın geldiğine en fazla onları görünce inanırız. Ama yolculuğunu tamamlayacak gibi görünmüyor. Sanırım durmaksızın devam edecek, uçup gidecek öylece yüklendiği hüzün heybesiyle. Tüm anlatamamışlığını da alıp başka bir baharın habercisi olmak istiyor sanki. Birileri anlatmış belli, ama o anlatamamış derdini bu daha da belli.
 Tıpkı benim, senin ve onun yaptığı gibi dinlendiği hissi verildi, ama dinlenmiş gibi yapıldı hayat. “Her dilenci bir pazarlamacıdır” diyordu geçenlerde dersimize giren bir hoca. Belki de her pazarlamacı bir dilenciydi, sadece bilime dayamışlar, şık kıyafetlere bürümüşler ve dilini üslubuna uydurmuşlardı. Adı da artık dilemek, istemek, para kazanmak değil de pazarlamak olmuştu. Dedim ya dinlenmesi gerektiği gibi dikkate alınmamıştı ömür. Bir mezarlık ziyareti mi gerekli hatırlamak için zorlu göçü, ya da bir avuç toprak mı atılmalı üzerimize? Hastane kapısına takılmış, oradan geçen bir yolcu mu beklemeli çaresiz bakışlarımız yoksa.
 Aslında her yaşam önüne sunulan tasa mahkûm. Farkında olmasakta gelen tas gümüşse gümüş olması gerektiği için gümüş, bakırsa bakır olması gerektiği için bakırdır. Sanılardan ibarettir seçim tercihleri. Zaten bütün yıldırmalara rağmen, altın seçilecektir, seçenekleri göstermek gereksizdir. Ama yinede bir benzerini yaşayacaktır her hakikat. Öyle ya biz de alternatiflerden bir yol tutturup gidecek, kendi yaşamımızı kendimiz çizecektik. Ama aynı replikleri ezberleyip, aynı sahnede yer aldığımızı göremediğimiz gibi aynı sonuca koştuğumuzun da farkında bile değiliz.  Halbuki bir yanılmışlığın bedelini sonra çok sonra öğrenecektik…

Picasso’nun resimleri neyi anlatır bilir misiniz? Biz mi gördüklerimizden ibaretiz, yoksa gördüklerimiz bizim baktıklarımızdan ibaret mi? Hayatı hangi karesinden karşılıyoruz ve hangi penceresinden aralıyoruz acaba? Ve baktığımız pencere bize ne kadar gerçeği gösteriyor olabilir. Hiç düşündünüz mü belirli ve sınırları çizilmiş gerçekler dışında sizi oyalayan ne kadar çok şey var mini oyuncak odasında. Ara ara yollara serpiştirilmiş ve gerçekten kan akıtan dikenli gülleri unutmadan hatırlatmakta fayda var. Çünkü oyalanarak geçtiğimiz yollarda dikkatten kaçan, görmemiz gereken fakat ertelediğimiz zamanlarımız, üzerinde kafa yormadığımız çözümsüz problemlerimiz ve aslında hayatımızı kolaylaştıracak ve bize yaşam enerjisi verecek, kendimize sımsıkı sarılmamızı gerektiren, çoğu zamanda gözümüze batmaktan kıl payı kurtulan devasa işaretlerimiz var.

Kimi zaman kocaman olan ipuçlarımız var. Basit, sıradan ve büyük bir zeka oyununa gerek duydurmayan…

Aynı filmlerde oynuyoruz, izledikten sonra. Farklı ressamlardan çıkıyor aslında aynı tablolar. Birbirlerinden habersiz... Boyalar sınırlı olduğundan belki de, resimler hep aynı manzarayı anlatıyor en ana temasında.

Ama hüzün yok, ama olumsuz düşünceler yok. Hele hele umutsuzluğa hiç yer yok bir Müslümanın hayatında. Dünyanın güzelliklerinden faydalanılabilecekken, daha da güzelleştirilebilecekken, yapılan iyilikten sonraki gözlerdeki parıltının tadına varılabilecekken susmak yok. Ama mutsuzluk yok bir gülümsemeyle binlerce insanın içini yumşatabilecekken, bir selamla gönül alabilecekken, bir şekerle sevindirebilecekken ve sevinçten ağlayabilecekken çok konuşmak yok…

Samimi bir göz hareketi yeterken görmezlikten gelmek yok. Önemsenmenin güzelliğini keşfetmişken bencilleşmenin alemi yok. Önemli olduğunu söylemenin küçümsenecek hiçbir tarafı yok. Büyüklenmenin değersizliğini anlamışken büyümek için alçalmanın lezzet tarifi, yok.

Canlar Canı Hz. Muhammed(s.a.v) ahlakı, onun hal ve niyeti aslında bu kadar heyecanla anlatmaya çalıştığım. Ne kadar çabalasam da anlatmak için tökezlediğim. Söylemek başkadır yaşamak başka… Yazmak başkadır, okumak başka… Hakkıyla anlamak, onun muhabbetine ulaşmak bambaşka…Onun aşkına yaratılmış kainatta Muhammed muhabbetini hissetmek ne güzeldir. Ne güzeldir muhabbeti aşkına bırakmak ve öylece yaşamak. Rasulallah’ın sevgisiyle bezenmiş bir yaşam tarzına ulaşmak ne güzeldir. İçinde bulunduğumuz ayın lütfunu keşfetmek ne büyük mutluluktur.

“Edepsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Haya ise girdiği şeyi güzelleştirir” derken Nebiler Nebisi ölmek de yok zamanı gelmeden. Çünkü her insan elinde olmadığında yerine koyamayacağı  bir sürü güzelliğe sahip. Çünkü kimsenin köreltemeyeceği ve kimsenin de hiçbir şekilde müdahale edemeyeceği nadide bir gerçeğe sahip her Hakkı tanıyan. Yüreğinin en kuytu köşesine yerleştirdiği inancına. Kimsenin ulaşamayacağı labirentlerden oluşan, en gizemli haritaların bile yol gösteremeyeceği ruhunun temeline oturttuğu ilahi bir aşka. Hangi dil uzundur ki ona ulaşabilecek kadar, hangi el uzundur ki onu silebilecek kadar, hangi gönül bu kadar güçlüdür ki onu unutturacak kadar.

Ve hangi aşk değerlidir ki ona değişilebilecek kadar…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Semra Hoyraz Arşivi