Memduh Nihat Ada
Memduh Nihat Ada

Şakir dayı...

Şakir dayı oğlu ve kızı ile yaşıyordu. Eşi yıllar önce ölmüştü. Küçümen evlerinde kendi kendilerine yetmişler, yaşayıp gitmişlerdi.
 
 Şakir dayı tüm ısrarlara rağmen evlenmemişti. Çocuklarına babadan daha çok annelik yapmıştı. Eşi öldüğünde oğlu Tarık yedi, Gonca beş yaşındaydı. İlk yıllar çok ama çok zor geçti. Zaman zaman nine, hala, teyze ve yengeleri göz kulak oldular çocuklara. Komşularda Tarık ile Gonca’nın bakımı için Şakir Dayıya yardımcı oluyordu. Şakir Dayı işten çıkar çıkmaz hiç vakit kaybetmeden eve gelir çocuklarını sarılıp öperdi. Bir yandan kimseye zahmet vermemek isterken diğer yandan inadına evlenmezdi.

Şakir ile Nurten aynı sokağın çocuklarıydılar. Yaşıttılar. Daha çocukken başlayan yakınlaşmaları onbeş-onaltı yaşlarında tüm sokağın diline düşecek kadar ilerlemiş ve “sevgili” olmuşlardı. Ailelerinde oluru vardı. Şakir Dayı o günlerde başlamıştı gül yetiştirmeye. Boş zamanının bir kısmını, evlerinin bahçesinde kendine ayırdığı yerde geçirir, güllerin dibini çapalar, budar ve gerekli bakımlarını yapardı. Ve hiç istisnasız her gün “sevgilisi” Nurten’e birkaç gül verirdi.

Yıllar geçmiş ve Şakir Dayının askere gitme zamanı gelmişti. Yokluğunda, güllerin bakımını “sevgilisi” Nurten’e devretmiş ve eğer soldurursan beni sevmediğini düşünürüm demişti.
 
 Sayılı gündü. Tez zamanda bitmişti askerlik.
Artık evlenme zamanıydı. Askere gitmeden önce çalıştığı kontrplak fabrikasına girmişti yeniden. Kız isteme, nişan yalnızca formaliteydi. Ölümden başka kim ayırabilirdi ki onları.
 
 Düğünleri günlerce dillerde dolaşmıştı. Şakir, gerdek odasını, rengârenk yüzlerce gülün yapraklarıyla donatmıştı. Güller içinde koynuna almıştı “sevgilisi” Nurten’i…
 
 Evleneli daha bir yıl dolmamıştı Tarık dünyaya geldiğinde. İki yıl sonra da Gonca katılmıştı bu gül bahçesine… Şakir, eşi Nurten’e “Gülüm”, Tarık’a “Fidanım”, Gonca’ya “Goncam” derdi. Her şey kendi doğallığında sürüp gidiyordu.
 
 Güllü günler devam ediyordu. Güllerin bakımı beraber yapılıyordu artık. Şakir işten geldiğinde tulumunu giyer ve Gülistana geçerdi. Yanında eşi ve çocukları olurdu. Konu-komşuya gül dağıtma işi Tarık ile Gonca’nındı.
 
 Tarık o yıl okula başlamıştı. Okul biraz uzaktı ve Nurten Hanım çocuklarının elinden tutar, Tatık’ı kendi götürür ve almaya giderdi.  Okulun son günleriydi ve okuldan dönüyorlardı güle-oynaya. Tarık Gonca’ya bir şeyler anlatıyor, Nurten Hanımda mutlulukla onları izliyordu.
 
 Bir anda olup bitmişti her şey. Çocuklarını koruyan ve kol kanat olan Nurten Hanım hızla gelen taksinin altında kalmış ve çarpmanın şiddeti ile o an ölmüştü.
 Çocuklar annesiz, Şakir Dayı “Gül”süz kalmıştı. 
 
 Zaman akıyor ve çocuklar büyüyordu. Şakir Dayı içine çekilmiş varını-yoğunu çocuklarına aktarıyor, onlarla paylaşıyordu.
 
Tarık ile Gonca bir yıl arayla öğretmen olmuşlardı.
 Gonca komşu ilin bir ilçesinde, Tarık ise Kayseri’de göreve başlamıştı. Şakir Dayı, çocuklarının tüm ısrarlarına rağmen evi ve güllerini terk etmemişti. Hemen her gün çocuklarıyla telefonlaşıyor, yeni başlayan emekliğinin keyfini çıkarıyordu.

Yaz tatili gelmişti. Şakir Dayı, Gonca’nın ısrarına dayanamayarak iki gün önce gidip kızına misafir olmuş ve okul tatil olur olmaz eve dönmüşlerdi. Şimdi “Fidan”ı yani Tarık’ı bekliyorlardı.

Tarık gelemedi. Tarık’ın bindiği otobüs devrilmiş ve ölen beş kişiden biri de Tarık olmuştu. Fidan kırılmıştı!
 
 Şakir Dayı, kızının koluna girmiş zor yürüyordu. Gonca’nın elinde gülfidanları ve rengârenk güllerden oluşan koca bir demet vardı. Yan yana yatan ve güllerle çevrili mezarlara doğru gidiyorlardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Memduh Nihat Ada Arşivi