
Huriye Karnap
Nasıl Zulmedebiliyorlar Demeyin
Yayınlanma:
İsrail’in Gazze’de aç, susuz, ilaçsız bıraktığı, derbeder ettiği, üstüne üstlük katlettiği insanların haber ve görüntülerine rast geldiğimizde “insan bunu hemcinsine nasıl hak ve reva görür?” diye sormadan edemiyoruz. Bu ve benzeri nice reel politika ve olayı “zulüm” diye tanımlıyor, en hafifi buğzetmek olan çeşitli tepkilerle karşı çıkıp, yerimizi belli ediyoruz. Biraz insaf ve merhamet taşıyan herkes en azından bireysel sorumluluğunu böylece yerine getirmiş oluyor ama yine de zulmedenlerle “insan” paydası altında ünsiyet kurmaya çalıştığımızda olanlara anlam veremiyoruz. Oysa sırttaki kamburun kökü doğru tespit edildiğinde ne bu sorunun cevabı askıda kalıyor ne de nasıl tavır alınması gerektiği.
Maruz kalınan, şahit olunan, okuduğumuz, seyrettiğimiz türlü adlarla anılan nice isyanı, katliamı, saldırıyı, savaşı düşündüğümüzde yaşadığımız an kadar gerçek olan tek şey, zulmün dünyanın varlığı kadar kadim olduğu. Çoğunlukla kitlesel hiddet ve savaşçılık dürtüsüyle cereyan eden haller, zulüm olarak adlandırılsa da biçilen bu endam yetersizdir. Çünkü her fiilin temelinde birey vardır ve her davranışı sorgulamaya açıktır. Bu sorgu alanı, Allah Teala’ya karşı işlenen zulüm(şirk ve küfür),kişinin kendine yaptığı zulüm ve hemcinsine karşı işlediği filleri kapsar ki; semavi bir dini tahrif eden, kavmine gönderilen tüm peygamberleri öldürmekle gurur duyan, faiz ve zina gibi günahları işleyip yaymada son derece cüretkâr olan, bir halkı yerinden yurdundan eden ve etmeye devam eden, kibir ve kin sahibi bir topluluğun zulmü söz konusu olunca, bu üç aşamanın mevzuyla yakın alâkası ortaya çıkıyor.
***
İnsanın insana zulmü sadedinde akla ilk gelen; söz ve fiilde aşırı gidip, hadleri aşmaktır. Yani haksızlık etmek, hakaret ve iftira etmek, fitne çıkarmak, kin gütmek, gıybet etmek, yerinden etmek, alaya almak, her türlü kişisel mal ve hakkı gasp etmek, kesici ve delici alet edevatla yaralamak, güçlü silahlarla insan neslini (dini, mezhebi, meşrebi, ırki, ideolojik sebeplerle ) hedef almak… vs.
Şimdi, şu tarif ve görülen manzara içinde, eline düşenlerden kiminin ayağını yatağa göre çeke çeke uzatan ya da keserek kısaltan mitolojik haydut Prokrust’tan zulmün ontolojisini kendi kitabına uyduran İsrail’in ne farkı var? diye sual edilse; genel insanlık tablosu içinde ince kıyılmış bir hesapla sanırız bu sorunun cevabı hamsinin kavağa çıkma ihtimali kadar cılız kalacaktır.
Bir kişiyi öldürenle bin kişiyi öldüren arasında “insanlık onuru” söz konusu olunca bir fark yoktur. Fakat maddeten ve manen verilen zarar kayda alındığında dünya üzerinde çeşitli coğrafyalarda Müslümanların kanını akıtmakla zaman geçiren terörist devletlerin yaptıklarıyla münferit filler kıyas edilemez. İşin özünde, bireysel olarak terbiye edilmemiş nefs sahibinin hevasına çekecek her şeyle uyarılmaya hazır olması vardır. Bu haliyle cehalet, kin, kibir, çıkar-menfaat düşkünlüğü etrafında neşet eden hırıltı, sosyal- siyasal- kültürel güç ve kuvvet uygulayanların daha kapsayıcı ifadeyle debdebenin ebeveyni olanların elinde bela ve zulüm olarak vücud buluyor.
Şehabettin Sühreverdi’nin, “Nefsi kalbine galip gelen kimseyi, Hakk’a çağıran nasihatle çağırır.” sözünde olduğu gibi faraza, Müslüman olan böyle bir zalimin, bir ümit nasihatle bozulmuş fıtratı tedavi edilip gidişatı düzeltilebilir. Zira dini ona zulmetmeyen, adil bir insan olmayı öğütler. Buna karşılık, tahrif edip aslının yerine koyduğu sözüm ona dini metne “Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek.''( İşaya 13/15-16) telkinini ve emrini yerleştiren Siyonist ve Yahudi toplumu adavetinden dönmedikçe “insanlıkla” değil ancak ve ancak tarih külliyatında menfur cürümleriyle anılır.
Zulmü kendilerince tasnif ettikleri kutsallarından bu şekilde alan ve batıl bir düzeni sistematik bir şekilde tutku ve kör bir hırsla gaye edinenler için “ nasıl zulmedebiliyorlar” demeyin. Çünkü bireysel ve toplumsal varlıklarının yegâne maksadı budur…
Maruz kalınan, şahit olunan, okuduğumuz, seyrettiğimiz türlü adlarla anılan nice isyanı, katliamı, saldırıyı, savaşı düşündüğümüzde yaşadığımız an kadar gerçek olan tek şey, zulmün dünyanın varlığı kadar kadim olduğu. Çoğunlukla kitlesel hiddet ve savaşçılık dürtüsüyle cereyan eden haller, zulüm olarak adlandırılsa da biçilen bu endam yetersizdir. Çünkü her fiilin temelinde birey vardır ve her davranışı sorgulamaya açıktır. Bu sorgu alanı, Allah Teala’ya karşı işlenen zulüm(şirk ve küfür),kişinin kendine yaptığı zulüm ve hemcinsine karşı işlediği filleri kapsar ki; semavi bir dini tahrif eden, kavmine gönderilen tüm peygamberleri öldürmekle gurur duyan, faiz ve zina gibi günahları işleyip yaymada son derece cüretkâr olan, bir halkı yerinden yurdundan eden ve etmeye devam eden, kibir ve kin sahibi bir topluluğun zulmü söz konusu olunca, bu üç aşamanın mevzuyla yakın alâkası ortaya çıkıyor.
***
İnsanın insana zulmü sadedinde akla ilk gelen; söz ve fiilde aşırı gidip, hadleri aşmaktır. Yani haksızlık etmek, hakaret ve iftira etmek, fitne çıkarmak, kin gütmek, gıybet etmek, yerinden etmek, alaya almak, her türlü kişisel mal ve hakkı gasp etmek, kesici ve delici alet edevatla yaralamak, güçlü silahlarla insan neslini (dini, mezhebi, meşrebi, ırki, ideolojik sebeplerle ) hedef almak… vs.
Şimdi, şu tarif ve görülen manzara içinde, eline düşenlerden kiminin ayağını yatağa göre çeke çeke uzatan ya da keserek kısaltan mitolojik haydut Prokrust’tan zulmün ontolojisini kendi kitabına uyduran İsrail’in ne farkı var? diye sual edilse; genel insanlık tablosu içinde ince kıyılmış bir hesapla sanırız bu sorunun cevabı hamsinin kavağa çıkma ihtimali kadar cılız kalacaktır.
Bir kişiyi öldürenle bin kişiyi öldüren arasında “insanlık onuru” söz konusu olunca bir fark yoktur. Fakat maddeten ve manen verilen zarar kayda alındığında dünya üzerinde çeşitli coğrafyalarda Müslümanların kanını akıtmakla zaman geçiren terörist devletlerin yaptıklarıyla münferit filler kıyas edilemez. İşin özünde, bireysel olarak terbiye edilmemiş nefs sahibinin hevasına çekecek her şeyle uyarılmaya hazır olması vardır. Bu haliyle cehalet, kin, kibir, çıkar-menfaat düşkünlüğü etrafında neşet eden hırıltı, sosyal- siyasal- kültürel güç ve kuvvet uygulayanların daha kapsayıcı ifadeyle debdebenin ebeveyni olanların elinde bela ve zulüm olarak vücud buluyor.
Şehabettin Sühreverdi’nin, “Nefsi kalbine galip gelen kimseyi, Hakk’a çağıran nasihatle çağırır.” sözünde olduğu gibi faraza, Müslüman olan böyle bir zalimin, bir ümit nasihatle bozulmuş fıtratı tedavi edilip gidişatı düzeltilebilir. Zira dini ona zulmetmeyen, adil bir insan olmayı öğütler. Buna karşılık, tahrif edip aslının yerine koyduğu sözüm ona dini metne “Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek.''( İşaya 13/15-16) telkinini ve emrini yerleştiren Siyonist ve Yahudi toplumu adavetinden dönmedikçe “insanlıkla” değil ancak ve ancak tarih külliyatında menfur cürümleriyle anılır.
Zulmü kendilerince tasnif ettikleri kutsallarından bu şekilde alan ve batıl bir düzeni sistematik bir şekilde tutku ve kör bir hırsla gaye edinenler için “ nasıl zulmedebiliyorlar” demeyin. Çünkü bireysel ve toplumsal varlıklarının yegâne maksadı budur…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.