
Memduh Nihat Ada
Otur oturduğun yerde
Yayınlanma:
Gerginim. Kimsenin beni sevmesini istemiyorum. Sevginin mihnet olmasını sevmiyorum. Sevmenin bencillik olduğunu ve hepimizin kendi ruhumuzu beslemek için sevdiğine inanıyorum.
Birbirimize bunca yakın ama bunca uzakken… Birbirimizi bunca kırıp dökerken ve incitirken… Birbirimize özlememizi bunca değişik yolla söyler ve gösterirken… Konuşurken, yazarken, düşünürken, yürürken, okurken, uyanıkken, çalışırken, seninle geçtiğimiz caddelerden geçerken, çiçek alırken… Ve şimdi buraya yazmadığım onlarca durumda seni anarken seni sevdiğimi söylüyorum kendi kendime…
Sana ve insanlığa karşı kendimi alçak, faydasız, günahkâr ve gereksiz buluyorum. Daha güzel, daha iyi ve daha üretken olmam gerekirken başkaları gibi temelsiz sebeplere sarılıyor ve tembellik ediyorum. Zaaflarımı kontrol edemiyorum. Erdemli olmanın öncelikle içimdeki sese kulak vermek olduğunu bilmeme rağmen içimde bağıran sese kulağımı tıkıyor ve sözde beni mazur gösterecek nedenlere sarılıp basit ve sığ işler yapıyorum. Mesela; çok konuşuyorum.
Pursaklardayım. Okumayı Sevenler Derneği ‘ni kuran arkadaşlarla tanışıyorum. Benimle beraber olanlar ve daha öncelerden tanıştığım biri benimde iyi bir okur olduğumu söylüyorlar. Konuşuyoruz. Pişman oluyorum. Hava atmıyorum lakin kendimi bu kadar anlatmamam lazım! Daha genel konuşmam gerek. Bana yakışan budur.
Kitap standında beraber çalıştığımız Meryem mesaj atmış. Buluşalım dedim. Çaylar benden, dua Meryem’den!
Garip ve anlaşılmaz bir duygu lakin beni sevmediğini duymak isterim senden. Beni sevmediğini, özlemediğini ve görmek istemediğini söylesen ne olur ki?
Bu sabah gazete dağıttıktan sonra yorgun ve dökülerek büroya dönerken şöyle bir sahne düşledim: Bu yorgun halimle yanına gelsem. İki bardak çay, birkaç zeytin ve dizinin dibinde otursam. Saçlarımı okşarken uyuya kalsam.
Gerçek boğulmaz, ölmez.
Gerçek ancak ve ancak istikrarın kazandığıdır.
Her gün düzenli yapılandır makbul ve muteber olan.
Yaşım kırk beş.
Az yaş değil!
Benim yaşımdakiler için kalp krizi, beyin kanaması şaşırtmıyor insanları.
Kanser mi?
Sağlam bir tahlilden geçsem bu hastalığın ipuçları bulunabilir muhtemelen.
Lakin derdim bunlar değil.
Ki hastalığı da halk eden Rabbim değil mi?
Yarın ve hatta bu satırları yazarken bile ölebilirim.
Ancak otuz yıl daha yaşayabilirim.
Şu an yaşıyorum.
Varım, düşünüyorum, yazıyorum.
Ne yapmalıyım?
Bu gidişim nereyedir?
Kitaplarla –okumayla- bozduğum aklımı, yazarak hizaya sokabilir miyim?
Denemeden ne olacağını bilemem ki?
Fakat şunu biliyorum:
Bugün yazamaya başlasam, bugün romanımın ilk cümlesini kursam, bir-iki yıl sonra ortaya bir şeyler çıkar.
İyi güzel de…
Korkak yanım, şirazesi bozulmuş aklım, yanlarına vehimlerimi de alarak daha başlamadan onlarca olumsuz soru üretiyorlar.
—Yazacaksın da ne olacak?
—Yazmak her insanın harcı değil, sen okumana bak!
—Hem vaktin mi var?
—Senin yaşıtlarının çoğunun evi ve arabası varken senin kitaplara para vermen ve boş işlerle uğraşman ne kadar doğru?
Böyle iki arada bir derede kalıyor olsam da yazmaya devam etmeliyim.
Denenebilecek en acemi ve klasik yolu deneyerek bugünlere geldin. Bari bundan biraz ders çıkar.
Geçmişi sayma.
Şu son on yılda binin üzerinde kitap okudun ve hala acemi gibisin.
Daha seçici olman gerekmiyor mu?
Ve yazmayı istediğini söyleyen seni yazmaktan alıkoyan kimdir?
Hocanın kızı mı?
Mehmet Altın mı?
Kürt mü?
Say say…
Utanmasan Lokman Koyuncuoğlu’nu da listeye ekleyeceksin.
Bu isimlerin ve bunların yanında sayacağın nedenlerin hepsinin bahane olduğunu bilmiyor musun?
Say ki herkesi kandırdın şairi nasıl kandıracaksın?
Elime Ajar’ın bir kitabında yazıyordu: “Serbest öğrenciyim, kendi kendimi yetiştiriyorum.”
Şimdi ben bu kendini yetiştirme süresini ne zaman tamamlayacağım?
Yoksa –yaşarsam eğer- seksen yaşında da yeni bir yazar, yeni bir kitabın peşinde mi olacağım.
Abartma adamım, bu iş böyle?
Bu hastalığın derdi yine ve yine okumak ve kendini hep eksik bulmaktır.
Şairim nasıl diyordu: “Aşk, aşktan başka seçeneği kalmayanların işidir.”
Seninde başka şansın yok.
Otur oturduğun yerde ve fazla konuşma.
Umuyorum ki bundan sonra daha düzenli yazan olacağım editörüm...
Pazar günü tek olarak geleceğimi de belirteyim.
Sağlıcakla...
Birbirimize bunca yakın ama bunca uzakken… Birbirimizi bunca kırıp dökerken ve incitirken… Birbirimize özlememizi bunca değişik yolla söyler ve gösterirken… Konuşurken, yazarken, düşünürken, yürürken, okurken, uyanıkken, çalışırken, seninle geçtiğimiz caddelerden geçerken, çiçek alırken… Ve şimdi buraya yazmadığım onlarca durumda seni anarken seni sevdiğimi söylüyorum kendi kendime…
Sana ve insanlığa karşı kendimi alçak, faydasız, günahkâr ve gereksiz buluyorum. Daha güzel, daha iyi ve daha üretken olmam gerekirken başkaları gibi temelsiz sebeplere sarılıyor ve tembellik ediyorum. Zaaflarımı kontrol edemiyorum. Erdemli olmanın öncelikle içimdeki sese kulak vermek olduğunu bilmeme rağmen içimde bağıran sese kulağımı tıkıyor ve sözde beni mazur gösterecek nedenlere sarılıp basit ve sığ işler yapıyorum. Mesela; çok konuşuyorum.
Pursaklardayım. Okumayı Sevenler Derneği ‘ni kuran arkadaşlarla tanışıyorum. Benimle beraber olanlar ve daha öncelerden tanıştığım biri benimde iyi bir okur olduğumu söylüyorlar. Konuşuyoruz. Pişman oluyorum. Hava atmıyorum lakin kendimi bu kadar anlatmamam lazım! Daha genel konuşmam gerek. Bana yakışan budur.
Kitap standında beraber çalıştığımız Meryem mesaj atmış. Buluşalım dedim. Çaylar benden, dua Meryem’den!
Garip ve anlaşılmaz bir duygu lakin beni sevmediğini duymak isterim senden. Beni sevmediğini, özlemediğini ve görmek istemediğini söylesen ne olur ki?
Bu sabah gazete dağıttıktan sonra yorgun ve dökülerek büroya dönerken şöyle bir sahne düşledim: Bu yorgun halimle yanına gelsem. İki bardak çay, birkaç zeytin ve dizinin dibinde otursam. Saçlarımı okşarken uyuya kalsam.
Gerçek boğulmaz, ölmez.
Gerçek ancak ve ancak istikrarın kazandığıdır.
Her gün düzenli yapılandır makbul ve muteber olan.
Yaşım kırk beş.
Az yaş değil!
Benim yaşımdakiler için kalp krizi, beyin kanaması şaşırtmıyor insanları.
Kanser mi?
Sağlam bir tahlilden geçsem bu hastalığın ipuçları bulunabilir muhtemelen.
Lakin derdim bunlar değil.
Ki hastalığı da halk eden Rabbim değil mi?
Yarın ve hatta bu satırları yazarken bile ölebilirim.
Ancak otuz yıl daha yaşayabilirim.
Şu an yaşıyorum.
Varım, düşünüyorum, yazıyorum.
Ne yapmalıyım?
Bu gidişim nereyedir?
Kitaplarla –okumayla- bozduğum aklımı, yazarak hizaya sokabilir miyim?
Denemeden ne olacağını bilemem ki?
Fakat şunu biliyorum:
Bugün yazamaya başlasam, bugün romanımın ilk cümlesini kursam, bir-iki yıl sonra ortaya bir şeyler çıkar.
İyi güzel de…
Korkak yanım, şirazesi bozulmuş aklım, yanlarına vehimlerimi de alarak daha başlamadan onlarca olumsuz soru üretiyorlar.
—Yazacaksın da ne olacak?
—Yazmak her insanın harcı değil, sen okumana bak!
—Hem vaktin mi var?
—Senin yaşıtlarının çoğunun evi ve arabası varken senin kitaplara para vermen ve boş işlerle uğraşman ne kadar doğru?
Böyle iki arada bir derede kalıyor olsam da yazmaya devam etmeliyim.
Denenebilecek en acemi ve klasik yolu deneyerek bugünlere geldin. Bari bundan biraz ders çıkar.
Geçmişi sayma.
Şu son on yılda binin üzerinde kitap okudun ve hala acemi gibisin.
Daha seçici olman gerekmiyor mu?
Ve yazmayı istediğini söyleyen seni yazmaktan alıkoyan kimdir?
Hocanın kızı mı?
Mehmet Altın mı?
Kürt mü?
Say say…
Utanmasan Lokman Koyuncuoğlu’nu da listeye ekleyeceksin.
Bu isimlerin ve bunların yanında sayacağın nedenlerin hepsinin bahane olduğunu bilmiyor musun?
Say ki herkesi kandırdın şairi nasıl kandıracaksın?
Elime Ajar’ın bir kitabında yazıyordu: “Serbest öğrenciyim, kendi kendimi yetiştiriyorum.”
Şimdi ben bu kendini yetiştirme süresini ne zaman tamamlayacağım?
Yoksa –yaşarsam eğer- seksen yaşında da yeni bir yazar, yeni bir kitabın peşinde mi olacağım.
Abartma adamım, bu iş böyle?
Bu hastalığın derdi yine ve yine okumak ve kendini hep eksik bulmaktır.
Şairim nasıl diyordu: “Aşk, aşktan başka seçeneği kalmayanların işidir.”
Seninde başka şansın yok.
Otur oturduğun yerde ve fazla konuşma.
Umuyorum ki bundan sonra daha düzenli yazan olacağım editörüm...
Pazar günü tek olarak geleceğimi de belirteyim.
Sağlıcakla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.